Cuma, Aralık 30, 2005

Yeni Yıl

Herkese sağlıklı, mutlu ve huzurlu bir yıl diliyorum. Umarım bu yıl isteklerimizin büyük bir kısmı gerçekleşir. Ya da ne bileyim bizim için en önemli olanları. Umutsuz yaşanmıyor.

Umutların gerçekleştiği bir 2006 olması dileği ile

Hediye Seçimi

Bu aralar evin tadilat işleri ve kredi kullanımı nedeni ile çok yoğundum. Normalde yeniyıl hediyelerimi son dakikaya bırakmam ama bu sefer böyle oldu. Bugün benim için son gündü, bu iş ya bugün bitecekti ya bugün. Çünkü yarın arkadaşlarla yılbaşı kutlaması yapacağız öğle tatilinde. E sonra benim gibi emekliler devam ederiz muhabbete. Hediye alacak zaman kalmaz yarın bana ,biliyorum

Neyse, öğlen vapurla Konak'a geçtim. Önce Konak Pier'de yeni açılan Body Shop'a uğradım. Çok uygun fiyatlı ve benim süslü - kokoş arkadaşlarım için hem güzel hem faideli şeyler buldum. Oradan Kemeraltı'na geçtim. Kemeraltı'nın sonuna doğru çok ehven fiyatla pijama satan bir yer var. Kadın- erkek- çocuk boy boy renk renk pijama. Aile büyüklerine sıradan pijama aldım. Hem benimkilere hem de eşiminkilere . Bu arada kayınpederime hesap makinesi aldım ki bizimkini kurtarabileyim. Malum vergi iadesi yazma dönemi. Bizim hesap makinesi gitti, gelmiyo. Yani hem hediye,hem de bizimkini kurtarma operasyonu. Dönüşte tekrar vapur, elimdekileri eve bıraktım ve tekrar çarşıya çıktım. Bu kez yılbaşı gecesi birlikte olacağımız arkadaşlar için birşeyler aldım. Ama bunları hep atom karınca şeklinde yapıyorum. Ha,bu arada işleri yoğun diye hiçbir mağaza doğru dürüst hediye paketi yapmadı. Yalnızca süslü torbalara koydular. Çarşıdan şööle Noel babalı, geyikli kaplama kağıtları aldım. Hediyeleri paket yaptım.

Yılbaşında genellikle her yıl aynı arkadaşlarla bir araya geliyoruz. Hem biz iyi anlaşıyoruz, hem de çocuklar. Ertesi gün de mutlaka hem benim hem eşimin ailesini ziyaret ederiz. Annemlere gidince teyzeme de uğrarım. Aynı apartmanda altlı- üstlü oturuyorlar. Sonra kayınvalidelere gideriz. Bizim gittiğimiz saatlerde, sözleşiriz görümcemle çocukları da gelir. Hem kutlama hem de hediye değiş- tokuşu yaparız.

Kısacası,ben hazırım,yılbaşı ve de yeniyıl gelebilir.

Salı, Aralık 27, 2005

Harika Haftasonu

Biliyorum,haftasonunu yazmak için biraz geç, ama ne yapabilirim? Dün banka - tapu- vergi dairesi adlı devlet şeytan üçgeninde kayboldum resmen. Son olarak Çarşamba günü işlem yapmam gerekiyor. Ondan sonra umarım bir daha hiçbir devlet dairesinin kapısından bile geçmem. Bunlar orada vatandaşı canından bezdirmek için varlar, dün buna inandıım artık.

Neyse, gelelim haftasonuna. Cumartesi sabahtan kalktım, kahvaltımı yaptım, duşumu aldım. Öğlen saat 2 gibi arkadaşımla buluştum. Bu bizim geleneksel yılbaşı toplantımızdır. Her yıl yılbaşından önceki son Cumartesi günü buluşur, bu yıl da görüşebildiğimize şükreder, gelecek yıl da buluşabilmeyi diler, yeniyılın şerefine kadehlerimizi kaldırır ve hediyelerimizi veririz. Tabi yanında boool muhabbetle. Bu bizim onunla tanıştığımız 86 yılından beri devam eden bir geleneğimiz. Yerimiz de bellidir. Her yıl aynı yere gideriz. Mutlaka buz gibi beyaz şarabımızı açarız. Ondan sonra gelsin muhabbet. Aslında hemen hemen hergün telefonla görüşüyoruz , ailece biraraya geliyoruz ama bu buluşmamız farklı.

Oradan saat 6 gibi ayrıldım. Eve geldim.Daha hafta başından annem çağırmıştı , onlara gittik. Onlarda yılbaşında arkadaşlarımızla birlikte olacağımız için yılbaşı kutlaması gibi düşünmüşler ve sofrayı donatmışlar. Tabii orada da yemek, içki, muhabbet derken gece eve geldikten kısa bir süre sonra ben televizyonun karşısında uyumuş daha doğrusu sızmışım. E bu kadar alkolden sonra normal.

Pazar sabahı güzel bir aile kahvaltısından sonra yeni eve gidip mutfakçı ile buluştuk. Tadilata başladılar. Biraz fikir alışverişinde bulunuldu. Oradan doğru kayınvalideye öğle yemeğine. Görümcem, çocukları ve eşimin halası da oradaydı. Güzel ve mükellef bir sofra vardı yine. Ya, galiba ben sürekli yemekten bahsediyorum ama ben zaten yemek için yaşayanlardan olduğumdan doğal tabii. Akşam eve dönüş , pazartesi ütüleri, etrafı toplamak falan derken haftasonu bitti yine. Ama benim için güzel ve muhabbet dolu bir tatildi.

Ama dün, sabah evden sabah 8.30'da çıktım ve kısa özetini yukarıda geçtiğim günüm bedenselden ziyade ruhi bir yorgunlukla saat 18'de bitti. Bugün enerji toplamalıyım. Yarın yine devlet dairesi ile uğraşacağım çünkü. Zaten bugün fazla iş de yok. Bir yemek yapılacak. O da halloldumu , kendimi bloglar dünyasına atacağım. Benim en büyük dopingim.

Herkese iyi bir hafta diliyorum

Cuma, Aralık 23, 2005

Ä°kinci ebeleniÅŸ

Denizkızı beni ebelemiş. Ben de sobe yapayım bakayım.

Gerçi benim oğlum artık koca adam oldu.Neredeyse 15 yaşında . Ama bir kez daha anneme hak veriyorum ki insanın gözünde çocuğu bir türlü büyüyemiyormuş. En büyük şansımsa oğlumla hala daha yılış yılış sarılıp öpüşebilmemiz. Bilirsiniz hep erkek çocuklar kendini öptürmez, sevdirmez diye bir kanı vardır. Ama biraz da benim zorumla ben oğlumu hala küçük bebek gibi sıkıştırıp öperim. O da pek ses çıkarmaz. Gelelim 10 maddemize ( niye hep 10-15-20'dir.12 yada 8 madde olmaz )

1) Aşk buymuş. Anne-baba- sevgili- eş bunların sevgisi hiçbir şeymiş. Gerçekten katıksız, karşılıksız ve bu kadar büyük bir aşk olabileceğini düşünemezdim. Teşekkürler oğlum. Bana bu kadar büyük bir aşk yaşattığın için.

2)İnanılmaz bir hoşgörü kazandım. Bu yalnız oğluma karşı değil tüm çocuklara karşı oluştu.Tüm sivriliklerim törpülendi. Benim gibi bir insana bile beklemeyi, sabretmeyi öğretti. Düşünsenize 10 dakikada 3 tabak yemeyi yiyip sofradan kalkan ben,ona bir lokma yemek yedirmek için saatlerce uğraştım.

3)Kendi anne-babamın kıymetinin anladım. Çünkü bugüne dek onların bana olan sevgisini, benim onlara ya da eşime duyduğum sevgiye göre değerlendiriyordum. Ama insanın kendi evladı olunca ve ona duyduğu sevgiyi tanıyınca, anne babanın da seni nasıl sevdiğini anlıyorsun.

4) Onun sağlığı ile ilgili konularda tüm soğukkanlılığımı yitiriyorum. Eğer o hastaysa , ateşi yükselmişse ya da ne bileyim bir yeri kanıyorsa sırf panik oluyorum ve ne yapacağımı bilemeden deli danalar gibi evin içinde dolanıyorum. Etrafı azarlıyorum ki bundan en büyük payı eşim alıyor . Velhasıl o hasta olunca ben bin beter hasta oluyorum.

5) Normal zamanda değil ama ne bileyim her zamanki saatinden biraz daha geç kalmışsa, aradığımda cep telefonunu açmıyorsa, anında paranoyak düşünceler üretmeye başlıyorum. En soğuk gün bile olsa balkonlarda onu beklemeye başlıyorum. Ama daha köşeden döndüğünü görür görmez içeri kaçıp, sanki hiçbirşey olmamış gibi onu karşılıyorum. Yani yiğitliği de elden bırakmıyorum.

6) Yıllardır görüştüğümüz aileler hep onun yaş grubunda çocukları olan aileler. Biz nasılsa ortak bir paydada buluşup sohbet ortamı yaratabiliyoruz. Önemli olan onun da gittiğimiz yerde sıkılmaması.

7) Onun tüm ihtiyaç ve istekleri ilk sırada. Gerçi hiç öyle arsız, sürekli birşeyler isteyen bir çocuk olmadı. Ama zaten o söylemeden ben onun ne ihtiyacı var bilirim ve alırım. Eğer bir tasarruf yapılacaksa da bu benim ve eşimin ihtiyaçlarından olur.

8) Oğlum olduktan sonra 3 yıl kadar hiç sinemaya gidemedim. Ondan sonraki 7 yılda yalnızca çocuk filmlerine gidebildim. Aslan Kralı 4 kez seyrederek bir rekora imza attım. Ama o filmleri sevdiğimi de itiraf ediyorum. 10 yaşından sonra da onu ve arkadaşlarını sinemaya bırakıp çıkışta almak yine benim görevimdi. Neyse artık kendileri gidiyorlar.

9)Hala daha tüm yaşantımız ona göre planlı. Küçükken onun mama ve uyku saatlerine göre bir yere giderdik. Şimdi de yine onun okul ve sınav programına göre kendimizi ayarlıyoruz. Bir yere gitmek, tatile çıkmak hep ona göre ayarlanıyor.

10) Tek üzüntüm onun bana en çok ihtiyaç duyduğu bebeklik günlerinde yanında olamamamdır. Çalışmak zorundaydım. Doğumdan sonra 3 ay normal izin 1 ay da ücretsiz izin kullandım ve 4 aydan sonra bazen anneannesine bazen babaannesine bıraktık.Yine de şanslıydık. Çünkü onu seven insanlar ona baktı. Bir diğer tesellim ise hiçbir zaman yatılı kalmadı. Hergün sabah bıraktık. Her akşam da mutlaka aldık. Hiçbir haftasonunu bizlerden ayrı geçirmedi. Zaten tüm hafta akşamdan akşama görüşebiliyoruz bari haftasonu birbirimize doyalım diye asla ondan ayrılmadık.

Evlat bambaşka bir şeymiş. Allah herkese nasip etsin, olanların tümüne de sağlıklı uzuuun ömür versin.

Ben de aklımdan geçenler ve pino 'yu ebeliyorum.

Çarşamba, Aralık 21, 2005

Haftasonu ve devamı

Haftasonu sıradandı. Cumartesi günü eşim çalıştığı için saat 8 de kalkış, kahvaltı, ortalık toparlama, biraz bilgisayara bakma. Öğleden sonra biraz alışveriş ve karakuzumun sınavları olduğu için kalan saatleri birlikte ders çalışarak geçirme. Pazar günü sabah kahvaltısına eşimin ablasına gittik. Anne ve babası da geldi. Biz oğluşumla eve döndük. Derse devam. Onlar ise anne-baba-abla-kardeş dörtlüsü olarak yazlığa gittiler. Güle güle .Beni ellemesinler de naparlarsa yapsınlar. Allahtan şu sınavlar var da. Okulu çok seviyorum.

Bugün ise küçük bir İzmir turu yaptım. Öğle yemeği için arkadaşlarla Hisarönü'ne gittik. Küçücük dükkanların önüne alçak masa ve tabureler koyarlar. Orada meşhur bir söğüşçü vardır. Ama ben söğüş sevmediğimden kumpir yedim. Hava da nasıl güzel.Soğuk ama güneşli bir gün. Böyle havaları severim. Sıkı sıkı giyindikten sonra dışarıda olmayı , o kapalı yerlerde olmaya her zaman tercih ederim. Yemekten sonra da Kızlarağası hanının ortasındaki kahvecide çay, kahve içtik. Onlar mesai için dönerlerken ben handaki dükkanlara bakındım. Eski plaklar (mesela 50-60 tane LP birarada 30 milyon gibi-Pink Floyd, Bee Gees, Ajda Pekkan vs.vs) , gümüş takılar, kitapçılar derken bu arada 2 tane yastık aldım. Binbir çeşit yastık kılıfı var. Rengarenk. İşlemeli, baskılı. İnsan hepsinden almak istiyor. Salondaki koltuklar için aldım aslında ama eşim sinir oluyor. Hangi koltuğa otursa oradaki yastığı başka bir koltuğa atar. Bense çok seviyorum.

Şimdi de evde bilgisayar başındayım. Biraz bloglara baktım. Kendi postumu yazayım , sonra sırada yemek var. Bugün ıspanak yapacağım , yanına herhalde çorba yaparım. Makarna ya da pilav hoş olmaz. Evet, kadınların en büyük sorunsalıdır bu;ne pişirsem? Annem hep "Zor olan ne pişireceğine karar vermek. Bana yemeğin adını söyleyin yeter, pişirmekte ne zorluk var ki" derdi. Haklıymış ya. Ömrüm hep anneme hak vermekle mi geçecek,nedir?

Cuma, Aralık 16, 2005

İtinayla yemek yakılır.

Dün vardı bir beceriksizlik üzerimde. Gerçi buna yemekleri, koşuşturmanın arasındaki dar vakitlere sıkıştırma gayreti neden oldu. Önce yemeği yaktım. Niye? Çabuk pişsin diye harlı ateşte pişireyim dedim ama bu arada başka işleri yapmaya dalınca, biraz yaktım. Neyse sağlam kalanları başka bir tencereye aktarıp durumu idare ettim. Akşamüzeri babam uğradı. "Hadi çay yapayım. Pasta var. Yanına da milföy böreği pişireyim" deyip milföyleri fırına koydum. Babam istemedi."Bu ara göbeğim çok çıktı. Ben evden 5 çayından kaçtım. Sakın bi şey çıkarma, yemeyeceğim" dedi. Ben de çayın altını kapattım ama fırını kapatmayı unutmuşum. Sonra hafif bir yanık kokusu gelmeye başladı mutfaktan. Neyse onları da yalnızca altları yanmış olarak kurtardım. Valla emeğime kıyıp atamadım. Kimse okumazsa ben okurum hesabı kimse yemezse ben yerim, napalım. Bir günde 2 kere yemek yakmakta kimseye nasip olmaz herhalde. Bravo bana!

Dün akşam 11.30'dan sonra TRT 2'de Chris de Burgh konseri vardı. Severim keratayı. Hey gidi günler hey deyip deyip izledim. Bi de TRT gene onyüzmilyonbininci kez "Yeditepe İstanbul" dizisini veriyor.Ben de bu sıcak mahalle dizisini tekrar tekrar seyretmekten vazgeçmiyorum. Düzenli olarak takip etmiyorum . Daha önce o kadar çok izlemişimki dizinin herhangi bir sahnesini bile görsem nerede olduğunu hatırlıyorum. Herhalde bana çocukluk günlerimdeki o sıcak ortamı hatırlattığı için bu kadar seviyorum. Herkes de rolüne cuk oturmuş. Çok sıcak içten bir dizi, bana göre.

Bu akşam TRT 1'de çok güzel bir film var "İnce Kırmızı Hat - Thin Red Line " Kadro muhteşem, konu da süper. Tavsiye ederim. Hem saati de çok uygun. Haber sonrası hemen başlıyor. Haber sonrası sevdiğim bir program olunca benim için kötü oluyor. Genelde biz o saatlerde yemekten henüz kalkmış oluyoruz. Tabi sofra toplanamadan hop koltuğa zıplıyorum. Bir taraftan da o masa gözümü rahatsız ediyor. İyice de gevşiyorum. İlk reklam arasında (en sevdiğim reklam kuşağı bu saatteki oluyor,bana sofra toplama fırsatı verdiği için) sofrayı topluyoruz ama ölüm geliyor o koltuktan kalkmak.

Valla ben tembel değilimdir ama pilim bitiyor demek ki o saatlerde. Benim pil Cuma akşamları biter tam olarak. Çalışırken tüm arkadaşlar Cuma akşamı için gezme planları yaparlarken benim en büyük planımsa eve gidip, birşeyler yiyip, banyo yapıp sonra da erkenden tv karşısında uyumak olurdu. Ama emekli olunca artık Cumaymış, Cumartesiymiş önemi kalmıyor.Her an uyuma ve dinlenme olanağı oluyor insanın. Neyse emekliliğin de böyle bir yararını bulmuş oldum. Hayır, hala kendimi emekliliğin iyi birşey olduğuna inandırmaya çalışıyorum da...

Çarşamba, Aralık 14, 2005

Dün

Dün çok güzel bir gündü. Arkadaşlarla Pasaportta buluştuk.(Bu Pasaport konusuna aşağıda ayrıca değineceğim) Tek çalışanımız o civarda çalışıyor çünkü. Onu iş yerinden aldık. Bu arada öğle yemeği çıkışı olduğundan daha bir sürü arkadaş görüp onlarla da öpüşüp, iki kelam ettik. Ordan Konak Pier'deki Dost Pide'ye gittik. Dost Pide aslında ilk olarak Çeşme'de açılmış bir yer. Yıllardır nefis yemekleri ile hizmet veriyor. Sanırım İzmir'e şube açılalı birkaç ay oldu. Hava nasıl güzel, günlük güneşlik anlatamam. Dışarıda deniz kıyısında oturduk. Ben meşhur kiremitte köfteden yedim. Arkadaşlarımsa döner ve lahmacun istediler. Yemek üstü kahve ve çaylar da içildi. Tabi çalışanımız mesaisi başına dönerken biz iki emekli muhabbete devam ettik. Daha sonra ayrıldık. Ben vapura gitmeyi düşünüyordum ama ben iskeleye doğru yürürken baktım,vapur kalkmış bile.(Saatim geri galiba) Bunun üzerine otobüse yöneldim.
Alaybey'den geçerken bir Ariston bayisi görünce nasılsa ordan eve yürüyerekte gidebilirim diye hemen indim. Doğru bayiye gittim. HemAriston hem de Teba satıyorlarmış. Teba fazla yaygın olmamakla birlikte (daha çok yurtdışına -Çin'e- ihraç ediyorlar.) bankadayken portföyümde olduğu için iyi bildiğim bir marka. Aslında şu an ankastre ürünler konusunda yaptığım araştırmada da hem daha iyi özellikleri olup (digital saat,program sayısı vb) hem fiyatı en düşük olan Teba. Bir arkadaşım da kullandığını ve memnun olduğunu söyledi. Neyse daha vaktim var,aceleye mahal yok.

Gelelim Pasaport'a. Bu dünyada en sevdiğim yer. Hep söylerim. Ben kent çocuğuyum. Egzos solumazsam rahat edemem diye. Öyle,köy , çiftlik,ekeyim biçeyim pek sevdiğim aktiviteler değildir. Bu tür yerlerde bir Pazar gününü geçirmek bile benim için yeterlidir. Pasaport ise hayatıma 17 yaşımdayken giren ve yalnızca 3 yıllık bir kesinti dışında tüm okul ve iş yaşantımı sürdürdüğüm yer. Ben İktisat'ı bitirdim. Ve bizim okulumuz şu an Rektörlük binasına dönüştürülen İzmir Sinemasının karşısındaki binaydı. 4 yıl orada okudum. Her gün vapurla Pasaport'a geçer,akşam da dönerdim. Ömerağa (cafe), İzmir Sineması , Sisi (cafe) , La Sera (cafe) , baharda İzmir Fuarı ve mini golf hep bizim 4. anfilerimizdi(Okulda 3 anfi olduğundan öğrencilerin gittiği bu yerlere 4.anfi denirdi.) . İşe girdim. Çalıştığım tüm şubeler hep o civardaydı. Yalnızca 3 yıl , başka bir şubede iken güzel yerimden ayrı kaldım ama son dönem yine aynı çevreye geri döndüm. Öğlenleri havanın elverdiği her an yemekten sonra hemen Pasaport Kahveye gider çay ya da kahve eşliğinde deniz kenarında arkadaşlarla muhabbet ederdik. Bazen tost türü bir şeyler alıp,direkt yemeği orada yerdik. Hiçbir şey yapmasak Kordon'da deniz kıyısında öğle arasında bir yürüyüş bile insanın moralini düzeltiyor. Gerçi havanın güzel olduğu günlerde "Şimdi işe mi dönülür?" diye çok sızlandığımız da olurdu, o ayrı.

Şimdi bile herhangi bir nedenle Pasaport'a geçince, eğer zamanım uygunsa indiğimde, değilse dönerken vapura binmeden önce mutlaka Pasaport Kahve'ye uğrar , özellikle deniz kenarı bir yere oturup fincanda çayımı söylerim. Martı sesleri, denizin fışırtıları arasında sessiz sakin çayımı yudumlar, vapuru beklerim. Bu beni ve ruhumu dinlendiren , en sevdiğim şeylerden biri.

Neyse , bu kadar Pasaport muhabbeti yeter. Gelelim bugüne. Kaç gündür boşladığım işleri yapmam lazım. Ütüler dağ gibi birikti. Her sabah dağın içinden 2 beyaz gömlek seçip bir oğluma ,bir eşime ütüleyip geçiştiriyorum. Ama böyle olmayacak. Bugün biraz iş yapmak lazım. Bugün yılın ilk kapuskasını pişirmek istiyorum. Biraz da acılı yapınca eşim de ben de çok seviyoruz. Karakuzum nasılsa böyle şeyler yemez. Ona yine köfte yaparım. Annemin tabiri ile "ayrı seçi" oluyor. Salona elektrik süpürgesi yapmak lazım. Heryer patlamış mısır kırıntısı içinde. Lavabolar ovulacak. Oooohh,iş çokmuş.Ben hala post yazmakla iştigal ediyorum.

Bana kolay gelsin,görüşmek üzere...

Salı, Aralık 13, 2005

BuluÅŸma

Bugün eski çalışma yerinden arkadaşlarla buluşucaz. Kankayızdır üçümüz. Ben emekliydim. Diğer arkadaşım da yeni emekli oldu. Şu an tek çalışanımız var. O yüzden buluşma yine saat 12.30 da. Ancak biz 2 emekli öğle tatili ile sınırlı kalmaz, sohbete devam ederiz.

Bugün buluşacağız diye yemek işini sabahtan bitireyim dedim. Aslında hiç sevmem sabah sabah soğan kokusunu ama el mahkum. Ben genellikle yarım ya da bir kilo kıyma alır ,kavururum ve bunu dolaba atarım. Sonra da azar azar alır, (bir gün önceden mutlaka ayarlamış olurum) üzerine herhangi bir sebzeyi doğrarım. Bugünkü sebzemiz karnıbahar. Kıymalı karnıbaharı severim. Yanına da pilav , misss.

Yemek pişsin, çıkıp arkadaşlarıma kitap ve kitap ayıracı almak istiyorum. Karşıyaka'da Pan Kitapevi diye bir yer var.Orada çok mutlu oluyorum. Vitrin boydan boya cam, içeriden dışarıyı,dışarıdan da içeriyi rahatça görebiliyorsunuz. İçeride tüm raflar ve yerler ağaç. Genellikle sessiz olur ve arkadan hafif bir müzik sesi vardır.Bazen orada bütün gün dolanıp, tüm kitaplara bakmak istiyorum. CD ve kaset de satıyorlar ama bu konuda sanırım çok iddialı değiller. Çünkü çeşit sayısı çok değil. Mutlu olduğum yerlerden biri. Ticarete yatkın değilim ve böyle bir projem yok. Ama olsaydı herhalde ben de mutlaka bir kitapçı açardım. Ama kitapları okumaktan müşteriye hizmet veremezdim , o başka.

Bu arada bir de birkaç beyaz eşya mağazası gezip, ankastre ürün fiyatlarına ve ödeme koşullarına bakacağım. Malum tadilat var ya.

Buluşmayı ve piyasa araştırmamı da yarın yazarım (umarım)

Pazar, Aralık 11, 2005

Merhaba

Uzun süredir yazamadım,biliyorum.Ama hayırlı haberlerle dönüyorum.

Bir ev aldık.Şimdi de onun tadilat işlemlerine başlamak istiyoruz. Ev almak , gerçekten zor zenaatmış. Bir gün önceden ev sahibi ile konuş. Parayı nasıl ödeme yapacağını kararlaştır. Tapu işlemleri, paranın ödemesi falan derken 2 gün onunla geçti. Evi alınca da nerdeyse İzmir'deki yok yok abarttım, Karşıyaka'daki tüm dekorasyoncuları dolaş, eve götür,ölçsünler, biçsinler, proje yapsınlar ve fiyat versinler. Kardeşim,bu kadar mı farklı fiyatlandırma olur? Malzeme belli. Projeler aşağı yukarı aynı. İstenenler belli. Arada 3-5 milyarlık fark olur mu? Sonuçta MDF heryerde MDF. Ama süper bir tadilat kültürüm oluştu. Bunu hemen paraya tahvil etmeli. Ben de bir dekorasyon- tadilat dükkanı açıcam. Nasılsa nerden hangi ustayı bulacağımı da biliyorum.

Bu akşam arkadaşlar gelecek.Sabah 11'de gittiğim tadilatçıdan eve 3 gibi dönebildim.O saatten sonra etrafı topla, lavaboları ov, börek, kısır ve pasta yap. Ayaklarım dibime vurdu valla. Allahtan gelenler yakın arkadaşlar. Kimse oturup ayağına hizmet beklemez.Hep birlikte yer,hep birlikte toplarız.O yüzden ancak akşam onlar gelince dinlenebilicem. Bu arada beyazlar çamaşır makinesinde dönüyor. Birazdan onları da asmak lazım. Bir çamaşırları asmak, iki bulaşık makinasından yıkananları çıkarmak. Çok sinir ediyor beni. Yok mu bunları direkt yapacak bir alet ya?

Cumartesi, Aralık 03, 2005

Bu Kez de Kayınaile Sorunsalı

Sevgili Blog,
Dün oğlunu çekiştirdim,bugün sıra ailesinde.

Kayınvalidem her zaman işini bilen,herşeyi kendi isteği doğrultusunda ama tatlı dille yaptıran biri.Yani birşeyi yapmak istemesen bile o kadar tatlı ve rica ederek istiyor ki reddetmek çok zor hatta bazen ayıp oluyor. Ama öyle şeyler yapıyor ki bazen kan beynime çıkıyor. Örneğin, daha benim karakuzum 2-3 yaşlarındayken görümcemin o zamanlar 9 ve 11 yaşlarında olan çocuklarını da alır, Cuma akşamından bize yatılı gelirlerdi. Üstelik aynı şehri bırakın aynı semt içindeyiz. Ev yürüme mesafesi ile 10 dakika tutmuyor. Sen torunlarını birlikte görmek istiyorsan al hepsini kendi evine , orada bak madem. Yok, burda tabi salak bir çenebaz var. Benim gelinimin eli çabuktur, marifetlidir diye gaz da ver. Evde 7 kişiye durmadan yemek pişir, sofra kur, sofra kaldır, yatak yap, sabah onları topla. Akşamları TV karşısında çerez, meyve, çay servisi yap. Aslında amaç, çalışan kızını rahat ettirmek. Haftasonu onları eşi ile başbaşa bırakmak. Ama bizim özel hayatımız olamaz. Bir kere bizimkini alıp, onlara yatılı gitmedi. Zaten istese de ben bırakmazdım ya.

Kayınpederim ise eski zaman babası, tam bir despot. O parmağını şıklattığında biz onlara gitmeliyiz, bir daha şıklatınca hep beraber tatil yapmalıyız. Oğlu bile onun anlayışsızlığından rahatsız. Eşim işi gereği hergün en az 200-300 km yol yapıyor. Akşam 7.30 gibi evde oluyor. O saatte telefon. Hadi bize gelin. Ya, biz hafta içi pek dışarı çıkmak istemiyoruz. Eş yorgun, çocuğun dersler, sınavlar var. Tabi onlar emekli. Bütün gün evde canları sıkılıyor. Biz gidip lala paşalık yapıcaz, onları eğlendiricez. Hayır, ilginç olansa gittiğimizde de son ses açık televizyon izleniyor. Ne muhabbet ne bir şey. Sadece ben yine ayakta, çay servisinde. TV seyredecek olduktan sonra evim bana battı mı? Uzatır bacağımı rahat rahat seyrederim yani. Oğlu gelemeyiz falan deyince de buz gibi bir sesle "siz bilirsiniz" deyip telefonu çat diye yüzüne kapatır. Bi alıngan,bi alıngan yani..

Ve son olarak gelelim görümceme. Görümcem önceleri benim arkadaşımdı. Daha sonra biz kardeşi ile işleri ilerlettik. O nedenle onu hiç bir zaman görümce gibi göremedim. Hep arkadaşım oldu. Gerçekten görümcemi severim. Birbirimizle dertleşiriz. Anne-babasının hakkından iyi gelir. Olaylara objektif yaklaşır ve onlara gereken cevapları verir. Anne-babası olmasına rağmen her hafta sonu onlara gitmez. Biz ailece bir şeyler yapacağız der ve tavrını koyar (Yani benim eşimin yapamadığı şeyler) Bize fazla karışılınca ailesine karışmamaları için müdahale eder. Velhasıl genel olarak benden yanadır. Çocuklarını da seviyorum.Onları ilk tanıdığımda biri 2 diğeri 4 yaşındaydı. Şimdi ikisi de üniversite öğrencisi , 20'li yaşlarındalar. İkisi de düzgün çocuklar. Doğruya doğru, severim kerataları. Tek sevmediğim görümcemin eşi ama onu zaten hiç kimse sevmiyor. Geçimsiz ve ukala bir insan. Herşeyi ben bilirim cinsinden.Neyse herkesle kötü olduğuna göre demek ki problem onda.

İşte sevgili blog,bunlar eşimin ailesi. Onun tabiri ile kanları,canları ve hayatında ilk sırayı bizimle paylaşanlar.

Cuma, Aralık 02, 2005

Kocasal Sorunlar

Sevgili blog,
Çalışırken yıllarca kız arkadaşlarla kocaları çekiştirdik.Şimdi bakıyorum, bloglar aleminde de bir koca sorunu,sorma gitsin.

Dün oğlumla muhabbet ederken konu döndü dolaştı evliliğe geldi(Kendileri 15 yaşındalar) "Anne,sen neden babamla evlendin?Tamamen birbirinin tersi 2 insansınız ." dedi.

Bu soruya tek yanıtım var "Aşkın gözü kördür."

Ama o günkü duygularım da aşk mıydı,şimdi düşününce emin olamıyorum.

Eşim,tek satır kitap okumaz,sinemaya ve tiyatroya gitmez, gitse de uyur ya da mızmızlanır. Hiçbir arkadaş dost toplantısı sevmez. Herkeste kusur bulur, beğenmez, konuşmaya değer bulmaz. Ama yalakalık yapmak için bayramda patronuna ille de gidelim diye ısrar eder.Ben de prensip olarak bu tür şeyleri sevmediğimden gitmem,her bayram cıngar çıkar.Klasik müzik onun için gıygıdıgıygıy'dır.Zaten tüm bunları "Benim hayat damarlarımdan biri kopuk" sözü ile ifade eder.

Biz evlenmeden önce tüm bu olumsuzluklar konusunda hem arkadaş çevrem hem de ailem beni uyardı ama ben "Yok,ben onu değiştiririm" dedim ama o beni değiştirdi.Zevklerimi değil elbet ama bu dediğim faaliyetlerin çoğunu yapamıyarak bir yanım öldü.Zaten çalışırken haftaiçi akşamları pek birşey yapamıyor insan.O tek haftasonunda da mutlaka sevgili anne ve babacığı ziyaret edildi.Gidilmeyince kıyamet koparıldı,huzur sıfıra hatta eksilere indirildi. Çekirdek aile olarak genellikle pek bir faaliyet yapılamadı.Hep onun sülalesi ile vakit geçirildi.Ha,neden bunları kabul ettin,sustun dersen, ne bileyim?Hep karşımdakini üzmemek,eşimin ailesine ve isteklerine saygı göstermek üzere eğitildiğimden hatta hala daha ailem "aman kızım,onlar büyük,isteklerine saygı göster" diye tembihlediğinden ,gözüm biraz geç açıldı.Hala daha onları direkt olarak "ben bu hafta sonu gelmek istemiyorum" diye değil de "oğlanın sınavı var,kursu var gibi " onları üzmeyecek bahanelerle reddediyorum.

Zamanla insan akıllanıyor ama bu arada hem kendi hem evliliği yıpranıyor. Kırılan şeyler tamir olmuyor. Ne kadar yapıştırsan da en küçük darbede yeniden tuzla buz oluyor.

Ben kendime oğlumla 2 kişilik bir dünya kurdum.Haftasonu oldu mu "oğlanın sınavı "deyip onunla gitmiyorum.O,anneciği ve babacığını alıp yazlıklarına gidiyor.Emekli olduğumdan haftaiçi sinema,tiyatro zevkimi gideriyorum. Arkadaşlarımla buluşuyorum. Günboyu istediğim gibi kitap okuyorum ve bilgisayar başında oturuyorum. Akşamları da yemekten sonra mutlaka bir dizi seyredip konuşmayı en aza indirgiyorum.İlişkimiz "Meyva yer misin?,Mısır patlatayım mı?" boyutunda.Aman,en güzeli.Hiç olmazsa huzurluyum. Didiş,didiş nereye kadar? Çünkü didiştikten sonra uyuyamama, tam dalarken sıçrayarak uyanıp tekrar uyuyamama,sabahı sabah etme gibi dertlerim oluyordu.İnsan ister istemez kafasına takıyor.

Şimdi sen sağ ,ben selamet.Gerçi o durmadan"Hiçbir şey paylaşmıyoruz.Artık seninle 2 çift laf edemiyoruz" diye yakınıyor ama .Eeee güzelim,bunu sen istedin.Hep bana rabbena olmuyo. Paylaşmak dediğin senin istediklerinin yapılması. Biraz da karşı tarafın isteklerine saygı göstermeli insan. Hayat yalnız ana-baba ile geçmiyor. İnsan biraz yaşıtları,arkadaşları ile de görüşmek istiyor. Çekirdek aile olarak birşeyler yapmak istiyor.Ama hala umudumu yitirmedim. Belki bir gün, ha?

Neyse,lafı çok uzattım.Dün akşam galiba çok fazla dertli blog okudum, benim de dertlerim depreşti. E bu adamın hiç iyi bir yanı yok mu diyeceksin.Var , var da, o da başka bir posta kalsın.

Sayfalarından öperim sevgili bloğum.
Şimdilik hoşçakal!