Cuma, Mart 30, 2007

Kel Alaka:))

Images for your blog

Cuma cuma gözünüz gönlünüz açılsın dedim, kızlar. İyi tatiller:))

Salı, Mart 27, 2007

Oğluşuma

Friendster images
Bugün canımın içinin, bi tanemin, dünyamın, yaşama amacımın, karakuzumun yaşgünü. 16 bitiyor, 17 oluyor. Artık delikanlı yani. Nasıl geçti Tanrım bu yıllar, ne bu hız? Daha dün kucağımda değil miydi? İlk aşısını olurken iğneye ne olduğunu anlamadan bakan, iğne vurulduktan sonra da yaygarayı koparan o tombik yanaklı oğlan ne zaman 17 oldu? Seneye 18 mi olacak? Reşit olacak, ehliyet alabilecek, oy kullanabilecek yani. Oysa doğduğunda etraftaki 1-2 yaşındaki çocuklara bakıp ne zaman bu kadar büyüyecek diye hayal kuran ben değil miydim?
Sabah onu öpe koklaya (aslında diğer sabahlar da pek farklı olmuyor ya) uyandırdım. Sonra ona doğum hikayesini anlattım. Gülerek dinledi. Oysa benim gözlerim dolu dolu idi. Ama sevinçtendi onlar. Zaten o hiç üzülmesin, hep gülsün istiyorum. Tanrım ne olur bana onun acısını gösterme. Yaşamı boyunca hayatı su gibi gitsin. Kötülerle, engellerle karşılaşmasın. Sağlıklı olsun, şanslı olsun, bahtı açık olsun. Kadir kıymet bilenlere düşsün. Üzmesin, üzülmesin. Tanrım onu kötülüklerden koru. Hep iyilik yapsın, iyilik bulsun.
Ne diyeyim daha, bilmiyorum.
Canım oğlum, seni çok seviyorum. İyi ki seni doğurdum, iyi ki sen benim oğlumsun. Bi tanem, birlikte daha nice yıllara

Perşembe, Mart 22, 2007

Yine ben

Ay, hızımı alamadım, bir post daha attırıvereyim bugün dedim. Öncelikle o ÖSS başvuru formunu buldum. Bazen kafam sonradan çalışır. Okula gitmeden önce telefonla sorayım dedim. Oğlumun okulunda kalmamış ama başka bir okul adı verdiler. Orada olabilirmiş. Oraya da tel. ettim, varmış. Önce otobüse, sonra dolmuşa binip gittim. Formu alıp anneme bıraktım. Çocuk da (biz ona delikanlı diyelim artık) annemden gelip alıcak. İnşallah sınava da böyle gevşek hazırlanmıyordur. Şansı bol olsun.
Dışarıda hava çok kapalıydı. Yağmur çisil çisil yağıyordu(ki hala yağıyor) . Yürüdüğüm anlarda özellikle şemsiyemi açmadım ki azıcık ıslanayım dedim. Herşeyi zamanında yaşamak lazım herhalde. Bu yıl doğru dürüst kış, yağmur görmediğimizden, ben bile yağmuru özlemişim. Göztepe, Konak tarafı görünmüyordu pustan. Çok hoşuma gitti. E kurt dumanlı havayı severmiş te benden de ne kurt olur ya. Ben yalnız eşime:) dişlerimi gösteririm. Eh, o kadar da olucak di mi? Bunlar evliliğin tuzu biberiymiş. Ama bizim tuz acuh fazla kaçıyo arada. Neyse bu konulara girmeyelim.

Ben böyle hep havadan sudan yazıyorum ya. Aslında biliyorum, çok daha önemli sorunlarımız var; ama RTE'nin cumhurbaşkanı seçilme olasılığı ve ardından gelebilecek felaketler, kendilerini 2. sınıf vatandaş yapmak isteyen bir düzeni savunan sıkmabaş genç kızlarımız, Atatürk'ümün kemiklerini sızlatan uygulamalar, bizi bir yüzyıl geriye götürecek işler, eften püften şeyleri bile diyanete danışan insanlarımız, doğuda yaşananlar, küresel ısınma, çocuklarımıza yaşanabilecek bir dünya bırakabilecek miyiz kaygıları gibi konularda yazmak istemiyorum. Ben bu tür şeyleri çevremdekilerle, konuşarak paylaşmayı seviyorum. Burası benim için bir günlük, yani gün içinde yaşadıklarımı, yaptıklarımı yazdığım bir yer. Bu tür konulara burada girmek istemiyorum. Ha, neden mi yazdım bunları? Bilmem, canım öyle istedi. Bu da böyle bir post olsun dedim.

Türkçemiz

Bu sabah yağmur var İzmir'de. Azıcık yağsın ya. Yoksa bütün yaz susuzluktan leş gibi olucaz valla. Dün arkadaşlar bana gelicekti. O yüzden salıdan beri ayaklarım ardıma vuruyor. Salı günü temizlikten sonra market alışverişine gittim. Akşam zeytinyağlı enginar, tatlı olarak limonlu pelte yaptım. Dün ise sabahtan yoğurtlu kabak ve kereviz salatalarını yaptım. Pirincimi ıslattım. Ana yemek olarak Mutfak Robotunun daha önce de denediğim patatesli tavuğunu yaptım. Tabi etrafı topla falan derken zaman hızla geçti ve saat 12'de kızlar geldi. Bu arada onlara bir de sürpriz yaptım. Gelen kızlardan birinin eşi halen bizim bankada çalışıyor , şubesi bana çok yakın ve gelen herkesin de çok eski arkadaşı. Eşinin bile haberi yoktu, kocasını karşısında görünce o da şaşırdı. Saat 12.30 da o da öğle tatilinden istifade geldi. Kakara kikiri yemek yedik, kahveden sonra o gitti. Biz kızlar kaldığımız yerden muhabbete devam ettik. Güzel bir gündü.

Bugün de oğlumun okuluna gidip ÖSS başvuru formu kalmış mı sorucam. Bir tanıdığın oğlunun formunun başına bir kaza gelmiş, şimdi acilen yenisini alıp doldurmaları gerekiyor. Umarım vardır ama onlar dün Balçova tarafındaki tüm liselere bakmışlar, bulamamışlar. Yarın da son gün. Boşu boşuna bir senesi gidecek. Biz bu durumlara ulukluk deriz. Herkesin başına gelebilir ama bu kadar hayati bir şeye de biraz özen göstermek gerekir. Neyse, büyük konuşmamak lazım, hayatta insanın başına herşey gelebiliyor.

Dün duyduğum bir deyim çok hoşuma gitti, sizlerle de paylaşmak istedim. Belki sizler duymuşsunuzdur da ben ilk kez duydum. Hani bazen eşiniz ya da evladınız gecikir de merak edersiniz ya. O durumlar için" anamın aklına gelen değil, eşimin aklına gel başıma gelsin" denirmiş. Çünkü bir kadın eşi gecikince hemen zamparalık yapıyordur der. Oysa analar hemen acaba başına bir şey mi geldi, kaza mı oldu diye kötü şeyler düşünür. Bir de halamdan duyduğum " Ha dediği yere han yapmış "lafı çok hoşuma gitti. Özellikle benim gibi tek çocuğu olup, onun her isteğini hemen yerine getirenler için çok hoş bir laf. Türkçemiz ne kadar zengin. Çok fazla deyim var ve ben bunları kullanmayı çok seviyorum. Ha, bu arada Türkçemiz demişken şu Gülşen'in "Şahane" şarkısındaki şahane kelimesini telaffuzuna kıl oluyorum. İlk heceyi kısa okuyup ikinci heceyi uzatıyor. Halbuki her iki hecenin de uzun okunması lazım. Ve eminim onu duyan birçok insan bu kelimeyi yanlış telaffuz edecekler. Bir de gardolap(gardrop), fortmanto(portmanto) gibi yanlış kelimelere de dayanamıyorum. Emin olmadığımız yerde tdk.org.tr sitesine girip bakabiliriz. Ayrıca aynı siteye
e-posta adresini bildirirseniz size her gün 2 kelime gönderiliyor. Öneririm.

Perşembe, Mart 15, 2007

Daldan Dala

Günler güzel geçiyor bu aralar. Dün yıllık iznine ayrılmış bir arkadaşımla buluştuk. O benden 2 yıl sonra falan bankaya girmişti ama yeni çıkan kanun onun emekliliğine 6-7 yıl kadar ekledi. O yüzden ben emekliyim, o ise hala çalışıyor. Biraz uzak bir şubede de olduğundan çok fazla gidemiyorum ona. Neyse dün Ege Park'a gittik. Çaylarımızı , kahvelerimizi içtik, güzelce sohbet ettik. Daha çok oğlanlardan konuştuk. Onunki bu yıl OKS sınavına giriyor. Kazanırsa ve kazanamazsa olarak farklı senaryolar yazdık. Devlet okulu mu, kolej mi derken biraz da kitaplar ve müzik, zamanın nasıl geçtiğini anlamadık. 13.30 gibi buluştuk. 17'de zor ayrıldık. Yaz izinlerinde pek görüşemiyoruz. Haklı olarak onlar tatile gidiyor, falan filan. Yani dün çok iyi geldi.

Pazartesi günü her zamanki gibi anneme gitmiştim. Hem ziyaret, hem ticaret oldu. Nohut götürmüştüm, düdüklüde haşladık. Benim düdüklüm yok. Büyük söylemeyeyim ama her halde hiçbir zaman da olmayacak. Zaten mutfağıma sokmayacağım 3 adet ürün var;
1) Düdüklü tencere: Çocukluktan kalma bir korku. Sadece duyduklarımdan dolayı, yoksa öyle düdüklü faciası falan yaşamadık ama hep o patlayan düdüklü tencere hikayelerinden dolayı alamıyorum. Alsam da kullanamayacağım biliyorum.
2) Fritöz: Tamamen sağlıksal nedenlerle. Aynı yanmış yağı defalarca kullanmamak için. Zaten kızartma bizde çok fazla yapılan bir şey de değil. Eşim yemez. Bu durumda almak akıl karı değil.
3) Mikrodalga: Bu da sağlıksal nedenlerle almadığım bir şey. Işınların kanser yapıcı etkisi olabileceği gerekçesiyle bunu da almıyorum. Belki zaman kazandırıyor ama ömrü kısaltınca kazanılan zaman neye yarar.
"Soydur çeker, .oktur kokar "demişler. Ben de biraz anneme çekmişim bu konularda. Onun da bazı önyargıları vardır (ilaç kullanmayla ilgili) ve asla kıramazsınız bunları. Benimkiler de bunlar. Ya da bazıları diyelim. Düşünsem mutlaka vardır daha bir sürü gıcıklıklarım .

Bu hafta Salı günü kadın gelmedi temizliğe. Bugün gelicek. Dün de arkadaşımla buluşmadan önce Bostanlı pazarına gittim. Mevsimi diye yine enginar aldım. Kayınvalidem de dondurulmuş içbakla vermişti. Bugün ikisini birlikte pişiricem. Tabi gitmişken diğer yeşilliklerden de aldım. Patates, soğan gibi şeyleri taaa pazardan eve taşımak zor geliyor. Onları yakındaki marketten alıyorum. O yüzden benim pazar alışverişim genelde yeşil sebze-meyve ağırlıklı oluyor. Hem elimde de çok fazla yük olmamış oluyor.

Burada hava çok soğuk. Nasıl sert bir rüzgar var anlatamam. İnsanın yüzünü bıçak gibi kesiyor. Mart kapıdan baktıracak yani. Allah vere hasta olmayalım da bahar bahar. Zaten haftasonuna doğru buralar tekrardan ısınmaya başlıyormuş. Sözde bu sene kış olmadı dedik gene de 750 litre mazot yakmışız. Bi de kış olsaydı ne olacaktı bilmiyorum. Hala şu doğal gaz da gelmedi. Bizim karşı sokağımızda var, bizde yok. Üstelik hiçbir çalışma da yok. Belediye ile doğal gaz şirketi arasında anlaşmazlık varmış diyorlar. Bari önümüzdeki yıla yetiştirseler. Yoksa ben kışın her ay emekli maaşının tamamını mazotçuya havale edicem.

Bu da böyle bir post oldu. Daldan dala, daldan dala

Pazartesi, Mart 12, 2007

Sobe

Sobe sobe üstüne geldi. Bakalım benim için hayattaki en önemli şeyler nelermiş?

1) Oğlum, oğlum, oğlum. Açık ara önde diğer herşeye göre. Allah acısını göstermesin.
2) Eşim, annem, babam, kardeşim, bitanecik yeğenim, teyzem ve kuzenler
3) Büyük halam ve kuzenler
4) Arkadaşlarım. Şanslıyım diye düşünüyorum. Hepsi çok uzun yıllara dayanan güzel ve sağlam dostluklarım var. Allah bizleri ayırmasın.
5) Para. Çok mu maddiyatçı göründüm? (Material girl). Maalesef onsuz olmuyor. Ama burcumun özelliği olarak biriktirmeyi değil, harcamayı seviyorum. Ben hep "Gelsin de gitsin" derim.Üstelik de yalnız kendim için değil, tüm çevrem, arkadaşlarım için de harcarım . Hediye vermek en sevdiğim şeydir.
6) Bilgisayarım.(Yoksa bu emeklilik nasıl geçerdi?) Artık onsuz bir hayat düşünemiyorum.
7) İzmir . Herhalde bu saatten sonra olmaz ama bir gün başka bir yerlerde yaşamak zorunda kalmam umarım. Seviyorum memleketimi.
8) Müzik . Özellikle yeni akım Türkçe Rockçılar çok hoşuma gidiyor. Gerçi her tür müzik içinde sevdiğim şarkılar var. Klasikten Türk Sanat Müziğine kadar. Evde her zaman müzik açıktır.
9) Kitaplarım. Yalnız okumak yetmez. Bir de mutlaka sahip olmalıyım. Mutlaka kütüphanemde olmalılar.
10) Saat. Her türü. Kol saati, duvar saati, masa saati. Zaten evde saat olmayan yer yok. Ayrıca ben de takı olarak yalnız saat sevdiğimden çeşitli saatlerim vardır. Ama onları değişik değişik takmam. Birini bir takmaya başlarım, birkaç ay gider. Hep zamanı görmek isterim.

Şimdilik aklıma gelenler bunlar.Mutlaka unuttuğum bir şeyler vardır. Sabah sabah bu kadar anımsayabiliyorum.

Gelelim alıp ta memnun kaldıklarıma;(Bu arada tabi bende foto moto yok. Artık düz yazı ile idare ediverin)

1) Sokaktaki bir tezgahtan yani işportadan aldığım bir çift siyah süet bot. Dağa, taşa, yokuşa, bayıra, yağmura, çamura rağmen o kadar dayanıklı çıktı ki. Artık ağzı burnu döndü ama. Birlikte 7. yılımız falan herhalde. Aynısından bulsam yenisini alıcam ama valla o kadar baktım bulamadım.
2) Bavul çantam. Çantalarım illa kocaman olacak ki herşeyi içine atabileyim(sonra da aradığımı bulamayıp kafayı yiyeyim)
3) Fırınım. Yalnız kek, çörek, börek değil , bizim evde et, balık, tavuk türü yemeklerin de çoğu fırında pişirildiğinden (eşim aşırı sağlık düşkünüdür, kızartma yemez) benim elim ayağım gibidir.
4) Gerçi tüm ev aletleri öyle. Kendimi elde çamaşır yıkarken düşünemiyorum. Ya da elde çalı süpürgesi fars fars diye evi süpürürken. Allah bunları bulanlardan bin kere razı olsun.
5) Su ısıtıcısı (Kettle) Zırt pırt herşeye sıcak su gerekiyor. Yemek yaparken, çay ya da bitki çayları için, bazen termofora koymak için. Çok büyük kolaylık.
6) Valla buna ne deniyor bilmiyorum ama hani küçük tepsi gibi olur ahşaptan, altında da kucağınıza koyabilmek için minderi var. Tepsinin üstünde de desenler vardır. İşte ben onu da çok kullanıyorum. Örn; sabahları tv karşısında kahvaltı ederken, akşamları koltuğa kıvrılmış bir taraftan tv bakıp diğer taraftan bulmaca çözerken filan. Çok rahat.

İsteyen herkes kendini sobelenmiş kabul etsin. Ben hepsini sobeliyorum.

Pazartesi, Mart 05, 2007

Değişik bir şey yok

Olağan haftasonu raporumu veriyorum;
Cumartesi günü, daha önceden sözleştiğimiz gibi bir arkadaşım ve eşimle birlikte Gaziemir tarafındaki outletlere bakmaya gittik. Hem oğluma, hem de o akşam doğumgünü olan eşimin yeğenine bir şeyler alacaktık. Oğluma spor ayakkabı aldım, yeğene de Mudo'dan bir kazak. Bu arada eşim de bir ceket beğendi, onu aldı. Fakat oğlum ayakkabının modelini beğenmedi. Neyse, o gün biz yaklaşık 3-4 saat gezmişiz. Dönüşte ben bir şeyler yiyip yattım, 1,5 saat kadar uyumuşum. Akşam da yeğenin doğumgününe gittik. Annesi muhteşem bir sofra hazırlamıştı sağolsun. Bir de herhalde o kadar yorgunluğa önüne hizmet edilince insanın hoşuna gidiyor. Yine kayınvalideler, görümcemler, teyzemiz aynı gruptuk. Muhabbet iyiydi. Dönüşte bizimkiler uyudu ama ben gündüz uyuduğumdan uyku tutmadı. Ben de kalktım, CNN Türk'te "Bir yudum insan" vardı. Nilüfer'i anlatıyordu. Nilüfer'i severim. Onu izledim. Ardından Business Channel'da "Ladies Room" diye bir film vardı. Adamın eşi ve sevgilisi aynı tuvalette karşılaşıp , önce bilmeden arkadaş oluyorlar, sonra durumu anlayıp adama karşı cephe alıyorlar. Eğlenceliydi. Onu da izledim. 2,5 gibi yattım. Sabah oğlanın kursu olduğundan yine 8 gibi kalktık. Kurs çıkışı onu alıp ayakkabıyı değiştirmek için tekrar Gaziemir'e gittik. Ayakkabı beğenemedi. Onun yerine 2 tişört, 2 spor çorabı, bir de basket şortu aldı. Bahaneyle 2 yeni yazlık tişörtü oldu. Bu durumda yine ayakkabı almak gerekiyor. Artık o da önümüzdeki haftasonuna kaldı. Oradan dönerken annemlere uğradık. Oradan da eve. Ben malum ütücü başı olarak yine haftaiçi için gerekli 10 adet gömleği ütüledim. Yemek yapacak gücüm kalmamıştı. Zaten oğlum da sevdiğinden pizza istedik. Sonra biraz buzda dans ve tumba yatak.

Yeni bir hafta yine. Havalar da çok güzel. Kendini sokağa atmak lazım. Herkese iyi haftalar.

Not:Şu an Emre Aydın'dan Git çalıyor. Bu çocuğun şarkılarını çok beğeniyorum, özellikle bangır bangır dinlemeyi.

Cuma, Mart 02, 2007

Postane

Dün bankanın istediği bazı evrakları göndermek için postaneye gittim. Malum eski PTT'yi devlet onyüzbin parçaya böldü. Yok telekom, yok PTT yok kablonet vırt, zırt. Neyse uzun yıllar olmuş bir postaneye girmeyeli. Malum bankadayken bizim tahsildarlara verirdik, onlar postalardı, o yüzden şaşırdım biraz ve biraz da üzüldüm. Aynı bankalara benzemişler. Orada da sıra numarası alıyorsun, numaranın ekranda yanmasını bekliyorsun falan. Daha da önemlisi tahsilat yeri gibi olmuş ya da banka şubesi gibi. Benden başka mektup postalayan yoktu zaten. Herkesin elinde para, elektrik, su, kablolu tv yatırıyorlar ya da havale yapıyorlardı. Bankalar yüksek havale ücretleri aldığından artık çoğu yer posta çeki nosu alıyor ve masrafsız havale yapabiliyorsunuz.

Orada oturmuş sıramı beklerken çoook eski yıllara döndüm. Ben daha 4 yaşındayken teyzem gurbete çıktığından mektup ve telgraf işine çok alışığız. Sürekli mektuplar gelir, gider. Anneannem teyzemin yanına gitse hemen ertesi gün "salimen geldim, selamlar" telgrafı gelir (Bu arada bu konuda geçen gün Punto Bey de yazmıştı.). Bizim postanemiz eski bir Rum eviydi. Girince büyük bir sofa, karşı ki odanın kapısı iptal edilmiş , orada o zamanlar henüz boyumun yetmediği bir banko arkasında 2-3 çalışan, sağda büyük bir tahta dolap ,üzerinde alt alta 3 adet uzunlamasına delik. Üzerlerinde "adi, uçak postası bi de şimdi adını hatırlamadığım bir şey" yazardı. Bankodaki görevliye istediğin posta çeşidini söylerdin, o pulu verir, yapıştırırsın sonra da uygun delikten mektubunu atardın.

Hiç unutmuyorum Orta 1'yim. İngilizce öğretmenimiz, Attila İlhan'ın eşi Biket İlhan (şimdi yönetmen-Kayıkçı, Mavi Gözlü Dev, Ayın Karanlık Yüzü gibi filmleri var). Rahmetli Attila İlhan da o zamanlar Demokrat İzmir gazetesinde. Öğretmenimiz bize " Çocuklar , Demokrat İzmir gazetesi çocuk sayfası da yapıyor. Şiirlerinizi , eserlerinizi gönderin" demişti. O zaman pek çok çocuk gibi ben de şiir yazıyorum. Ben de yazdığım bir şiiri gazeteye gönderdim ama eve gelince aklıma geldi ki ben o mektuba adımı- soyadımı yazmadım. Anneme söyledim. Birlikte tekrar postaneye gittik. Postacılar zaten mahallelimiz, bizi tanıyorlar. O gözümde büyüttüğüm koca dolabı çevirdiler ki mektubumu bulalım diye.Aaaaa, meğer o dolabın arkasında 3 raf var, her rafta koca koca renkli leğenler, mektuplar onun içinde. Ben demek o çocuk kafamla nasıl bir mekanizma düşünüyorsam, mektuplar otomatik ayrılıyor falan. Bayağı bir hayal kırıklığı olmuştu benim için. Neyse mektup bulundu, tekrar açtım, adımı yazıp tekrar o leğene bırakmıştım. Ayrıca şiirim de gazetede yayınlanmıştı. Ama gazetenin o nüshasını saklamamışız. Belki kütüphaneye gitsem bulurum. Nasılsa yaklaşık tarihi belli.

Artık herşey otomasyona dönüyor, robotlaşıyoruz. Eski sıcak ilişkiler kalmıyor ya da ben yaşlanıyorum. Çok nostalcik gördüm kendimi yav:))

Perşembe, Mart 01, 2007

İlkbahar Geldi

Bugün 1 Mart. Benim için yaz geldi artık. En sevdiğim 6 aya girdik. Zaten havalar bir süredir yaz gibi gidiyor. Bugün 23 Nisan , neşe doluyor insan modundayım.

Salı günü istediğim herşeyi yaptım. Okula da gittim, fönümü de çektirdim. Hatta sabahın köründe( 7 gibi) yemek bile yaptım akşam için. Toplantımız her zamanki gibi güzel geçti. Karar verdik. Havalar güzelleştiği için bundan sonraki turları dışarıda yapıcaz. Yemek+ Sinema+ çıkışta çay/kahve şeklinde.

Dün ise pazara gittim. Malum Bostanlı'nın meşhur Bospa'sı. Ama ben tekstilden çok yeşillik manyağı şeklinde alışveriş yaptım. O marullar, taze soğanlar tablo gibiydi valla. Ağzımın suları aktı. Enginar çok ucuzlamış. Tanesi 75 kuruştu. Yer elması, pıras, brokoli, bakla falan da aldım. Bugün enginar yapıcam. Eşim de, ben de bayılıyoruz. Mevsimi gelince haftada en az 1 kez yapıyorum, bazen 2 bile oluyor. Mevsim de geldiğine göre. Bu arada bugün okulda toplantı var. Ona da gidicem.

Ama önce D-Max kanalında 9.30 da başlayan "sultan makamı" dizisi var, onu seyredicem. Ben o diziyi ilk oynadığında seyretmemiştim. Şansına ilk bölümünü izledim geçenlerde. Çok beğendim. Şimdi mümkün olduğunca kaçırmamaya çalışıyorum. Hadi ben şimdi gidip kendime kahvaltı hazırlayayım ve tv karşına kurulayım.

Dip Not: (İzledikten sonra yazıyorum)Sultan Makamının senaristi Ali Ulvi Hünkar'mış. Aynı zamanda Yeditepe İstanbul, Güz Yangını(ki yarıda kesilince çok üzülmüştüm),Cesur Kuşku, Gözyaşı Çetesi dizilerinin de senaristi. Bunların hepsi beni kalbimden yakalamış dizilerdir. Özellikle Sultan Makamı ve Yeditepe İstanbul dizilerini (aslında mekan ve insan ilişkileri bakımından benziyor iki dizi) belki bana çocukluğumun komşuluk, dostluk, mahalle ilişkilerini anımsattığı, bir yerlerde hala insani duyguların var olduğunu gösterdiği için daha çok seviyorum.