Cuma, Haziran 15, 2007

Hoşçakalın

Malum okullar kapandı. Küçükbeyden fırsat bulabilirsem bilgisayara girebiliyorum. Mesela şimdi baskete gitti de bana kaldı bilgisayar. Maşallah sabah 9'da mesaiye başlar gibi açıyor ve allah ne verdiyse, gece yarılarına kadar oyun oynuyor. Kısaca bana bilgisayara bakacak zaman bile kalmıyor. O nedenle yaz sonuna kadar yazamayacağım. Ama ara ara gelip, bloglarınızı okuyup yorum bırakacağım. Eylül'e kadar hoşçakalın.

Cuma, Haziran 08, 2007

Bu da Nostaljik Yabancı Güzeller




Bugün kışlık sinemalarımı anlatacağım için Steve Mc Queen resmi koydum. Toprağı bol olsun, çok yakışıklıydı. Bir çeşit eski zaman Bruce Willis'i. Yakışıklı, serseri, esprili, falan filan.

Evvelki günkü postta yazdığım gibi kışlık sinemalara gitmeye 2 yaşında başlamışım ama o kadar eskiyi hatırlamıyorum tabii. Hatırladığım ilkokulda olduğum dönemler. Eh, yaz bitmiş, o zamanlar tv de yok. Pazarları 14 ya da 14.30 seansı ailece sinemaya gittiğimiz seanstı. Bazen halamın kızları da alırdık. Onlar da sinema tutkunudurlar. Karşıyaka'da o zaman yabancı film oynatan 2 sinema var Efes sineması(ki şu an Karşıyaka Devlet Tiyatrosu) diğeri Elif sineması(şu anki Deniz sineması) Ayrıca Türk filmi oynatan Melek (galiba şu an sahilde Özsüt'ün falan olduğu yerler) bir de Ses sineması(o da şu an Ses Pasajının olduğu yer) var kapalı olarak. Neyse pazar günleri annem, babam, ben ve kardeşim(anneannem kışın teyzeme giderdi) doğru Efes ya da Elif'e gideriz. O zaman numaralı bilet uygulaması yok. Sinemalar da öyle cep sineması değil. Alt kat kocaman, üstte ise balkon var alt salonun 2/3'ü kadar. Kapılar açılınca biz koşa koşa balkona çıkarız ki balkonda en ön sıradan yer kapalım diye. Tabi içeri girmeden mutlaka patlamış mısırlar ve içecekler alınıyor. Ama her hafta gidiyoruz. Yalnız büyükler için olan filmlere değil, çocuk filmlerine de giderdik. Beni en çok etkileyen filmler Mark Lester'ın başrolünü oynadığı Oliver Twist ve Küçük Şahit ile şu an detaylarını bulamadığım "çölde kaybolan çocuk" filmi. Yukarıdaki o sarışın çocuk da benim çocukluk aşkım(8-10 yaşlarım) Mark Lester. Aslında o resmi buraya koymak istemiştim ama beceremedim, sürekli yukarı atıyor resmi.Neyse, yakışıklıymış ama , di mi? Bu arada Wang Yu'lu "Tek Kollu Kahraman" serilerini de kışlık sinemalarda izlemişimdir. Charles Branson'ın "Yağmurla Gelen Adam", Jeanne Moreau'nun "Siyah Gelinlikli kadın", bir sürü Alain Delon- Jean Gaben filmleri, daha adını ve oyuncularını hatırlayamadığım bir dolu film. Bazen kanallarda rastladıkça "aa, ben bunu izlemiştim" oluyorum.

Bir de annemle gittiğimiz kışlıklar var. İlkokulda hep öğlenciydim. İşime de gelirdi, çünkü sabah uykularını sever(d)im. Ortaokula başlayınca sanırım ilk 1-2 yıl Cumartesileri okula gitmeye devam etmiştik. Bu nedenle Çarşamba günleri 4 ders yapıyorduk ve ben saat 12'de okuldan çıkıyordum. O günde, genelde Türk filmi oynatan kapalı sinemalarda "Kadınlar Günü" olurdu. Fiyat yarı yarıya falan. Bütün kadınlar çoluk çocuk doldururdu sinemaları. Annem de beni ve kardeşimi alır, sinemaya giderdik. Tüm o Tarık Akan'lı filmleri kışlık sinemalarda izlemişimdir. "Beyoğlu Güzeli"nde ne kadar ağladığımı hala hatırlıyorum. Sonra "Mavi Boncuk" filmi falan. Bu arada kadın artistlerden Filiz Akın favorimdi(ki hala öyledir) , bir de Emel Sayın çıkınca ona da hayran olmuştum. Hala da hem kendini hem sesini çok beğeniyorum. Orta 3'e geçtiğim yıldı sanırım, Cumartesiler de tam gün tatil oldu. Bu durumda bizim Çarşamba günü de tam gün okullu olduk ve benim sinema sefalarım bitti. Haftasonu gidiyorduk ama haftaiçi annemin kardeşimle gittiğini bildiğimden , ne yalan söyliyeyim çok kıskanıyordum onları. Ama kardeşim için aynı şeyi söyleyemeyeceğim. Çünkü o çok sıkılırdı kışlık sinemadan. Şans işte. O istemez giderdi, ben istediğim halde gidemezdim.

Yıllar geçtikçe yazlık sinemalar kapansa da, kışlıklara gitmeye hep devam ettim. Yalnızca oğlum doğduktan sonra ilk 3-4 yıl gidemedik. Ama sonra çocuk filmleri bile olsa, gitmeye başladım. Hele şimdi, şükür emekliyim ve istediğim filme gidecek zamanım var.

Perşembe, Haziran 07, 2007

Nostaljik Güzel



Dünkü postla bağlantılı olarak bugün, gençlik aşkımın gençlik resmini yayınlayayım dedim. Bakın, yakışıklılığı ile ilgili sakın ola olumsuz yorumlar yazmayın, hayallerimi yıkmayın, kalbinizi kırarım sonra, peşin peşin söyliyeyim:))) Laf söyletmem Ferit'ime.

Bir gazetenin ekinde röportajını okumuştum Tarık Akan'ın. O zamanlar yaş daha 12-13 falan. Röportajın sonunda da resim isteyebileceğimiz bir adres vardı. Yazdım, istedim, gönderdi. Resmin geldiği günkü sevincimi unutamam. Her an gözümün önünde olacabileceği bir yere koymuştum resmi. Şu an acaba nerededir o resim? Bu kadar taşınma arasında kaybolup gitmiştir herhalde. Yine de annemlere gidince fotoğrafların durduğu emektar büfeyi bir karıştırayım bakayım. Belki de bulurum.Bu arada karar verdim, pazartesi de sizlere çocukluğumun kışlık yani kapalı sinemalarını anlatacağım.

Pazartesi gidemediğim için bugün annemlere gidiyorum, halamın kızları da gelecekmiş. Yarın da bir arkadaşımla buluşacağız. Ya Cuma akşamından ya da Cumartesi sabahtan Çeşme'ye gideceğiz. Bugün sabaha karşı şakır şakır yağmur yağdı ve gün içinde de yağmaya devam edecekmiş. Ama yarından itibaren yine günlük güneşlik. Belki hafta sonu denize girebiliriz.

Bugün iş çok. Tüm kartların ve ev kredisinin ödeme günü bugün. Ben kendimi sokağa atıyorum. Herkese kolay gelsin.

Çarşamba, Haziran 06, 2007

Yazlık Sinemalar




Aslında daha büyük ve güzel resimlerini koymak istemiştim eski yazlık sinemaların. Ama bulamadım, bunlarla idare edin. Geçen postta "Ihlamurlar altında" dizisi ile ilgili yazarken bahsetmiştim eski Türk filmlerinden. Bugün biraz nostalji yapmak istedim.

Babam gençliğinden beri tutkundur sinemaya. Eskiden 32 kısım tekmili birden ifadesi ile neredeyse sabah girilip karanlıkta çıkılan filmler oynarmış sinemalarda ama tabi bunlar kapalı sinemalar, yazlık değil. Tüm eski filmleri, oyuncularını bilir babam ama kendi telaffuzu ile:)) Örneğin geçenlerde bir tv kanalında eski bir filme rastladım. Babamı arayıp "Baba ... kanalında Stüvırt Grencır'ın filmi var dedim ama babamdan tık yok. Sonra "yani Stevart Granger" deyince anladı. Telefonu kapadıktan sonra çok güldüm ama n'apsın babacım, onun zamanında Oxford vardı da babam mı gitmedi, di mi?

Her neyse, evlendikten sonra annem de babama uymuş, 2 genç o sinema senin bu sinema benim hep gezmişler. Eh, eskiden zaten başka da eğlence pek yok. Ben olmuşum. Annem anlatır, 1-1,5 yaşlarındaymışım. Ben-Hur filmi gelmiş. Tabi babam gitmek için çıldıryor. Beni ilk kez amcamlara bırakacaklar. Annemin içi rahat değil. Nasıl gittim, nasıl izledim, nasıl döndüm anlayamadım der hep. Ama amcamlara bir gitmişler ki, yengem salona çingen salıncağını kurmuş, ben içindeyim, şarkılar, türküler, dönüp bakmamışım bile onlara. Rahmetli amcacığımın o zamanlar 2 oğlu olduğundan (şimdi 3)kız çocuklarını çok severdi, yengem de ki hala görüşüyoruz çok iyi bir insandır. Babam beni öyle görünce anneme bak kendini üzdüğüne değdi mi? demiş. Eee, ana yüreği işte.

O zamanlar kapalı sinemalara küçük çocuk almıyorlar. Ama eskiden her yer küçük, herkes birbirini tanıyor. 2 yaşımdan itibaren babamlar beni de sinemaya götürmeye başlamışlar. Ben de sessiz sessiz izlermişim filmleri. Yalnız sinema sahibi rica edermiş. Abi, belediyeciler dolaşırken çocuğu saklayın, ceza yemiyeyim diye. Ben de zaten ufak tefek. Belediyeciler dolaşırken yatarmışım annemle babamın dizine. Üzerime ceketlerini paltolarını örterlermiş. Ben de gıkımı bile çıkarmazmışım. Sonra mazallah, film yarım kalır:))

Yaz geldimi de en büyük eğlence yazlık sinemaya gitmekti. Bulunduğumuz yerde birbirine çok yakın 3 tane yazlık sinema vardı ve filmler 3 gecede bir değişirdi. Biz de tüm yaz boyunca döne döne bu 3 sinemaya gidip tüm filmleri izlerdik, tabi arada misafir geldiği olunca kaçardı bazı filmler. Yazları anneannem bizde kalırdı. Akşam yemeğinden kalkar kalkmaz anneannem beni alır,minderlerimizi koltuklarımızın altına sıkıştırır, doğru sinemaya giderdik. Ancak yol üzerinde çok önemli bir işimiz vardı, olmazsa olmazımız. Sinema çiğdemsiz(ayçekirdeği) çekilir mi? Yol üzerindeki Çiğdemci Mustafa'mızdan 5 külah çiğdem alırdık. Anneme, babama, bana, kardeşime ve anneanneme. Bu Çiğdemci Mustafa'mız eski bir puseti tahtayla dolap gibi yapmış, içine piknik tüp koymuş, dolabın üzerine koyduğu tablaya tüm çiğdemleri sermiş ve altta yanan tüp sayesinde her daim sıcacık çiğdemler elde etmiş, akıllı bir girişimcidir. Üstelik henüz 15 yaşlarındaydı. O da mahalledeki abilerimizdendi. Ha, be o zamanlar 9-10 yaşlarındayım.

Eh, çiğdemlerimizi de aldık, sinemaya girdik ama ben kurtlu peynir, yerimde oturabilir miyim? Elimde çiğdem , tüm sinemayı tavaf ederdim. Çünkü tüm duvarlarda yaz boyunca oynayacak filmlerin afişleri olurdu. Hepsine bakar , beğendiklerim olursa koşa koşa anneannemin yanına gelir "... filmine de geliriz di mi anneanne?" diye işi garantiye almaya çalışırdım. Bunlar benim özgürlük anlarımdı. Çünkü biraz sonra, sofrayı toplayıp, bulaşıkları yıkayan annem, babamı ve kardeşimi de alıp sinemaya gelirlerdi. Babam pek dolaşmamıza izin vermezdi.Herkes birbirini tanıdığından arada gizli bir anlaşma var gibiydi. Herkes hep aynı yerlere otururdu. Bizim oturma düzenimizde sıra başına anneannem, yanında bir boş iskemle( azıcık şişmandı rahmetli anneannecim, sıkılırdı) sonra annem ve babam. Öndeki sırada ise ben ve kardeşim. Tabi biz çiğdem canavarları ilk filmde çiğdemi bitirirdik. O arada babam bize gazoz alırdı. O zamanlar Su-Ga, Cincibir sade ve portakallı , bi de Sinalco Cola diye kolamsı bir içecek vardı. Bir de büyük olasılıkla sinema sahibinin karısının elleri ile yapıp küçük cam şişelere doldurduğu ayranlar. Ben (hala dahada) gazoz , kola pek sevmem. Ayran varsa ondan içerdim, ama o da her zaman olmazdı. Ayran yoksa babam 4 tane gazoz alırdı. Bilirdi ki ben her zamanki gibi ilk yudumdan sonra pişman olup gazozu ona vereceğim. Bu da hiç değişmezdi. Ben her sefer içicem diye gazozu alır,ilk yudumda yüzümü ekşitip baba al, sen iç diye babama verirdim gazozu.

Bir diğer ritüelse çiğdem konusundaydı. Anneannemin elbiselerinde her zaman 2 büyük cep olurdu. O, çiğdemlerini buraya koyardı. Eh, biz kendi çiğdemlerimizi bitirmişiz, ayran , gazoz ne varsa içmişiz, ikinci filme bir şey kalmamış. Hemen ben ve kardeşim arkamıza döner "anneanne, çiğdem var mı?" diye sorardık ki hiç bir zaman "yok" cevabı almadık ondan. Hemen elini cebine daldırır, bir avuç bana, bir avuç kardeşime verirdi. Biz de onları bitirene kadar yer, gene arkamıza döner, ondan yeni çiğdem isterdik , ta ki onunkilerin de dibine darı ekene kadar. 2. film de bittiğinde çiğdemler bitmiş olur, biz de film hakkında yorumlar yapa yapa eve dönerdik. Yoo, durun daha hemen uyumak yok. Yaz günü, okullar tatil, hele Temmuzsa babam da yıllık izinde. O yüzden ertesi sabah herkes uyuyabilir. Eve gidince bahçede oturulur, annem koca bir kayık tabak dolusu buzzzz gibi karpuzu keser getirirdi.Yani en son üste cila olarak karpuz da yenir ondan sonra mutlu, mesut yatılırdı.

Çocukluğun, mutlu, mesut, gamsız günleri. Affan Dede'ye para saysam, satar mı bana çocukluğu mu?

Pazartesi, Haziran 04, 2007

Yaz Geldi:)))))



Aslında yaz 1 Haziran'da yani cuma günü geldi ama ben o gün çok telaşlı olduğumdan algılayamadım. Neyse, sonunda benim mevsimim geldi. Yukarıdaki resimdeki yer Çeşme'de Pırlanta plajı, bizim eve 300 mt. mesafede. Burası Çeşme'de tek Kite Surfing yapılan yer. Ben tabi sadece seyrediyorum, o kadar gözü kara değilim. Bu Kite Surfing neyin nesi diyorsanız buraya bakın, resimler harika.

Cuma akşamı 11 kişiydik. Uzun uzun anlatmayacağım. Kısaca yedik, içtik, muhabbet ettik, çok güldük, çok eğlendik. Ben bir tek Ihlamurlar Altında'yı kaçırdığıma üzüldüm ama Pazar günü zaplarken baktım tekrarı vardı. Zevkle izledim. Şu an tv'de izlediğim 2 Türk dizisinden biri. Diğeri Avrupa Yakası. Biliyorum, dizi eski Türk filmi kokuyor ama n'apayım, 2 yaşından beri sinemaya giden ve hayatının ilk 15 yılı özellikle yazın her gece yazlık sinemalarda geçen biri olarak çok seviyorum bu diziyi. Zaten dizinin jeneriğininde de eski Türk filmlerine saygılarını gönderiyorlar.

Haftasonu k.valideler doktor randevuları nedeni ile İzmir'e geldiler. Bu gece de onları yemeğe çağırdım. Tabi, alt kattaki ablasını da. O yüzden bugün anneme gidemeyeceğim. Yarın temizlik. Herhalde Çarşamba'ya anneme giderim. Bu haftasonu Cuma akşamından Çeşme'ye gitmek istiyoruz. Kısmet. Belki yazın ilk denizine de gireriz. Öbür haftasonu pazar günü babalar günü olduğundan gidemeyiz. Malum k.peder Foça'da. Zaten günün yarısı yolda geçecek. Yazı hem çok seviyorum hem de şu amip gibi bölünmelerden nefret ediyorum. Biraz Bostanlı, biraz Çeşme, çok çok az(şükür) Foça.

Bu arada bu akşam için yapacağım yemeğin kısa tarifini vereyim. Ben de yeni öğrendim, ilk kez deneyeceğim.

Malzeme: Tavuk eti (arzuya göre, ister bütün, ister göğüs, ister but ya da karışık)
1 paket K.norr beşamel sos
1 kutu garnitür
1 su bardağı kaşar rende

Yapılışı: Tavuğu haşlayıp etini didikleyin. Beşamel sosu paketteki tarife göre pişirip(bu tembeller için, isteyen üşenmeyip kendisi evinde yapsın) tavuk etleri ile karıştırın. Yağladığınız borcama beşamel soslu tavuğun yarısı dökün. Üzerine garnitürü yayın. Kalan tavuğu da onun üzeirne dökün. En üste kaşar peyniri rendesini serpin. 175 derece fırında 20-30 dakika kadar pişirin. Afiyet olsun.

Bana çok kolay geldi. Akşamdan tavuğumu haşladım. Suyuna da çorba yapıcam. Yalnız k.peder pilav sevmediğinden geleneksel tavuk-pilav ikilisi yerine tavuk- domatesli makarna ikilisi olacak akşama.

Aslında ben eski Türk filmlerine gittiğim günlerden bahsetmiştim ilk 2 postta. Ama her ikisi de uçtu gitti. Bu post ta uçmadan hemen yayınlayacağım ki 4. kez yazmak zorunda kalmayayım. O konuyu da başka bir gün yazarım.

Herkese iyi haftalar....

Dip not: Sonradan aklıma geldi, ekliyorum. Eski Türk filmleri deyince; N.il K.araibrahimgil'in yeni klibi ne kadar güzel , değil mi? 60-70'li yılların Türk filmlerini seven biri olarak hem şarkıya hem de klibe bayıldım.

Cuma, Haziran 01, 2007

Hugh Grant



Bana bu adamın bir tane kötü filmini söyleyin, ön dişlerimi kırayım:)) Yok o kadar da değil ama hep romantik komedilerde oynadığından kadınların büyük çoğunluğu hayrandır Hugh Grant'e (Bakınız; Çenebaz).Bu arada geçenlerde i.tiraf.com'da okuduğum bir yazıyı aktarayım. Delikanlının biri duvara "Notting Hill, Nigar" diye yazmış. Malum o filmin adı Türkçe'ye " Aşk Engel Tanımaz" diye çevrilmişti. Çok güldüm ben bu yazıya. Güzel ülkemin 6 yıllık devlet lisesi İngilizcesi işte böyle oluyor:)))

Çarşamba günü annemi doktora götürdük, yıllık rutin muayenesi için. Şükür, herşey iyi. Yani bu kadar hastalık içinde olabileceği kadar iyi. İlaçlara devam.

Pazar günü eşimin kuzeni gelmişti ya. Hafta içi oğlumun sınavları olduğundan ders çalışabilsin diye yemeğe alamamıştım, bu akşam için çağırdım. O nedenle dün evde zeytinyağlılarla tatlı kısmını hallettim. Bugün ise pilav ve sıcak yemekler kısmını halledicem. Bu arada dün akşam eve hoca geldi, oğluma ders vermeye. Tabi bi de ona hazırlık yaptım. Börek ve kakaolu kek.

Zavallı öğrenciler, bu sıcaklarda hala sınavlara giriyorlar. Hele haftaya fizik gibi kritik durumdaki bir sınava ve matematiğe girecekler. Eskiden 19 Mayıstan sonra okullarda bir gevşeme olurdu. Sınavlar çoktan bitmiş olurdu. Bizler öylesine okula gider, derslerde hocalarla birlikte sessiz film oynar, fıkralar falan anlatırdık. Zaten Mayıs sonu gibide okullar kapanırdı. Şimdi neredeyse Temmmuz'a kadar okullar açık. Gerçi, öğretmenler Temmuz başına kadar gidiyorlar okula.

Neyse, benim işe koyulmam lazım. Herkese iyi tatiller:)))