Cuma, Aralık 31, 2010

Mutlu Yıllar

Tüm sevdiklerinizle birlikte geçireceğiniz sağlık, mutluluk, huzur dolu, kayıpsız yeni bir yıl diliyorum. Her şey gönlünüzce olsun.

Pazar, Aralık 26, 2010

Çalışan Kadın ve Erkek


Bugün internetten gelen bir e-postayı çok beğendim, sizlerle paylaşmak istedim.Bakın bakalım, size de birilerini hatırlatıyor mu?

"Eskiden kadin olmak daha kolaydi.
Kadinlar sadece evde olur, yemek yapar, cocuk bakarlardi.
Sadece esinin geliri dusukse kadin calisirdi ve calisan kadina acinirdi.
Kadin calisiyorsa, evine bakamayacagi dusunulurdu,
Zaten kadin bekarken calisiyor idiyse bile evlenince evinin kadini olurdu.
90'li yillara gelindiginde kadin sadece evde olmak istemedi, artik
Calismak ekonomik olarak ozgurlesmek istiyordu.

Once universite okumaya ,sonra calismaya basladi. Bu kadinin hosuna gitmisti.
Calisiyor, istedigi gibi harciyor, geziyordu.
Artik calisan kadin evli olmak degil bekar olup gununu gun etmek istiyordu.
Yasasin ozgurluk...

Calisan kadin artik iskolik olmustu, calisiyor ve yuksekliyordu.
Zirveye ulasmisti. Bircok sirkette once orta kademe, sonra ustkademe yonetici kad in oldu.
Doksanlarin sonuna gelindiginde sirketler yalniz ve iskolik 30lu yaslarinda kadinlarla doluydu..
Bu calisan kadina yetmedi, citayi biraz daha yukseltti.

Artik hem evli ve hem de basarili calisan kadin olmaliydi.
Calisan kadin etrafina bakindi. Basarili, parali koca adaylari gozden gecirildi.

Adaylardan kel, sisman ve kisa boylu olanlar hemen elendi.
Ince ruhlu, saraptan anlayan, 14 Subat'ta muthis surprizler
Yapabilen, kimsenin bilmedigi yerlerde basbasa tatillere goturen, yasamayi
Seven ve bol bol espiri yapanlar hemen kapisildi.
Yurt disindan gelinlikler getirtildi. Otellerde muhtesem dugunler yapilip, Maldivler'e ya da Bali'ye balayina gidildi.

Balayindan sonra calisan kadin hizla is basi yapti.
Gunduzleri toplantidan toplantiya kostururken artik aksam yemegini de dusunmeye baslamisti.
Aksam NE yenmeli, nereye gidilmeli, esinin gomlekleri, pantolanlari utulu mu, kiyafetleri kuru temizlemeciye
Gitti MI geldi MI, marketten alinacaklarin listesini cikar, is cikisi gital, eve gel, aksam yemegini hazirla....

Calisan kadin artik mutluydu. Gece yatagi sicacikti.
Uzulunce derdini paylasan, hastalaninca ona bakan, aglayinca destek
Olacak bir omuza, goz yaslarini silecek sevkatli ellere sahipti. 15 saat
Kosturmak kadina viz geliyordu. Etraf bu sekilde kosusturan, ev ile is
Arasi cift vardiya calisan Kadinla doluydu.

Zaman geciyordu. Calisan kadin 35 ine yaklasiyordu.
Biyolojik saati 'be bek, be - bek' diye uyari vermeye basladi.
Evet calisan kadin hemen cigliklar atmaya basladi 'Bebek de yaparim kariyer de ' diye...
Calisan kadinlar hemen sosyetik kadin dogumcularin randevularini doldurdular.
Calisan kadinlar ajandalarina ve islerinin temposuna
Uygun zamani secip hemen mikroenjeksiyonla bebek yapmaya basladilar.
1-2 ay sonra guzel haberler sirayla gelmeye basladi,calisan kadinlar ham ileydiler.

Calisan kadin hem hamile, hem guzel olmak istedi.
Hemen diyetisyenlere kosulup, ozel hamile diyetleri alindi, bol bol
Kivi yenmeye baslandi. Eskisi gibi tatli, tursu, borek, Erik aserilmiyor,
Karpuz, kivi ve mango isteniyordu gecenin bir yarisi eslerden.

Calisan kadin cocugunu eski usul buyutmeyecekti. Hemen onlarca
Hamilelik, bebek buyutme kitaplari alindi, bir cok Internet
Sitesine uye olundu, Yoga ve Anne-baba kurslarina yazilindi.

Calisan hamile kadin artik gun gun takip ediyordu bebeginin gelisimini.
Bugun 43. Gun, bebegim uzum tanesi gibi... 59. Gun, parmaklari olustu... 89.
Gun, bugun ilk defa hickirdi... 210 uncu gunden sonra artik bebegin
Matematik zekasinin artmasi icin Mozart dinletilecek... Sonunda mutlu gun geldi.
Calisan kadin artik anneydi. 3-4 aylik izinden
Sonra calisan kadin oldurucu diyetlerle zayiflayarak incecik bir sekilde isbasi yapmisti.


Artik basarili bir yonetici, iyi bir es ve Anne olarak 24 saat calisiyordu.
Bebek buyudukce, sosyallesmesi icin calisan kadin cumartesilerini
Cocuguna ayirdi. Artik tum anneler topluca etkinliklere katilmaya
Basladilar. Yas gunu partileri, tiyatrolar,piyano dersleri, basketbol,
Tenis ve yuzmekurslarinin biri bitiyor, digeri basliyordu.



Calisan kadina bu DA yetmedi. Artik hem calisiyor, hem
Iyi bir es olmaya gayret ediyor ve hem de annelik yapiyordu. Calisan
Kadin citayi birkez daha yukseltti.
O artik evinde katkisiz, saglikli ekmekler, receller yapmali,
Organik gidalarla, vitamini bol sebze yemekleri hazirlamali,
Cocuguna ve esine ozel gunlerde pastalar yapabilmeli, bu pastalari cok guzel susleyebilmeliydi.
Butun calisan kadinlar yemek yapma kurslarina kosmaya basladilar.


Evlerine ekmek yapma makinalari aldilar,
Toplanti aralarinda bir birlerine yemek tarifleri vermeye
Basladilar, 'Dun nefis bir cavdarli ekmek yaptim, istersen tarif ini
Vereyim 'Ben de hafta sonu harika bir pasta yaptim. Evdekiler bayildi. Bir
Aksam gelin de size de yapayim' Bakalim calisan kadin bundan sonra citasini nereye yukseltecek?


Gelelim erkege...
Bu surec icerisinde calisan erkek ise citasini hic yukseltmedi.
80 lerde, 90 larda ve 2000 lerde hep TV izliyor,bira iciyor ve maca gidiyordu...









Çarşamba, Aralık 22, 2010

Şair Eşref

Yukarıdaki resim Şair Eşref'e ait. Bugün facebook'tan çok güzel bir ileti geldi ona ait. Demiş ki şair;


Bir soğan soyuluyor, yaşarıyor gözler
Bir devlet soyuluyor, aldırmıyor öküzler

Demek ki o yüzyıldan bu yüzyıla canım ülkemde değişen hiçbir şey yok, ne acı:(((((

Salı, Aralık 21, 2010

Yaz Geliyooooooorrrrrrrr

Bugün 21 Aralık, en uzun gece ve en kısa gün. Yarından itibaren günler birer ikişer dakika uzamaya başlayacak. Demek ki yaz geliyoooorrrrr:))

Pazartesi, Aralık 20, 2010

Karışık


Behzat Ç.'ye bi de Ne.jat İş.ler katılıyor, çift kaşarlı tost gibi, kaymaklı ekmek kadayıfı gibi, ballı lokma tatlısı gibi, yani pazarı sabırsızlıkla bekliyorum.

Cuma günü eşimi bana yılbaşı hediyesi almak zorunda bıraktım:)) Çarşı'da dolaşırken P.an Ki.tap.evine girince gözüm döndü. Epeydir çantamda dolaştırdığım listedeki kitapları aldım, bunlar da bana yeniyıl hediyen olsun dedim:) Nasıl, garantili değil mi? O, beğenir mi derdinden kurtuldu, ben ne alacak ki diye beklemekten. Kitaplardan biri geçen yıl Ki.tap Fu.rından aldığım ve kendisine imzalattığım Ayla Kutlu'nun "Bir Göçmen Kuştu O" kitabının devamı olan "Emir Bey'in Kızları". Zevkli, su içer gibi okunan bir kitap. Yalnızca konu itibarı ile değil, dil, sözcükler, hepsi şiir gibi. Mutlaka ama mutlaka okunması gereken bir kitap, şiddetle öneriyorum. 400 sayfaya yakın ama cuma akşamı başladım, pazar akşamı bitmişti. Diğerleri; Ayfer Tunç'un "Kapak Kızı" ve "Yeşil Peri Gecesi", Onur Caymaz'ın " Gece Güzelliği" ve E.Erol Ergir'in "Giritli Mustafa" sı.

Bugün annemdeydim. Kısır yaptık, poğaça pişirdik. Babam poğaçayı çok seviyor. Bir tepsi yapıyorum, her sabah bir iki tane ısıtıp yiyor. Giderken anneme benim daha önceden okuduğum kitaplardan götürdüm. Bir de nergis ve sümbül aldım. Evimiz tek katlıyken bahçede mavi-pembe sümbüller vardı. Onları da anımsattığından aldım. Anneciğim sümbülleri hem sever, hem de hüzünlenir. Ben de bu çiçekleri görünce sanki kış bitmiş de bahar gelmiş, ardından da hemen yaz olacakmış gibi seviniyorum. Oysa daha yılbaşı bile gelmedi.

Yılbaşı hediye alışverişleriniz ne alemde? Ben, kime, nereden, ne alacağımı saptadım ama henüz gidip alamadım. Bu hafta sonuna kadar inşallah zaman bulur da alışveriş yapabilirim.

Benden havadisler şimdilik bu kadar. Herkese iyi haftalar...

Not:Foto, internetten

Pazartesi, Aralık 13, 2010

Kar


Cumartesi günü eşimin sağlıkla ilgili( önemli bir şey değil, her zamanki gibi bizimkinin evhamları) bazı çekimleri nedeni ile sabahın köründe yola çıktık. Zaten sabah 7'de kalkmışız, kahvaltı bile canım istememiş, hatta çay bile içmemişim. Kısaca afyonum patlamamış. Asık suratla giderken Girne Caddesine döner dönmez ikimizin de yüzü aydınlandı. Tüm Yamanlar karlar altındaydı. Her gök görmemiş İzmirli gibi bizde de bir sevinç, bir mutluluk. Sanki Uludağ'a bakıyoruz. Sonuçta dağın alt kısımlarında kar yok ama alışık değiliz tabi biz:)) O andan sonra gün güzelleşti. Gittiğimiz yerde de bekleme salonu hem dağa bakıyordu hem de uzun bir süre ince ince kar yağmaya devam etti. Ben de sıcacık bir ortamda karları seyrederek onu bekledim.

Cuma günü bir arkadaşımla Konak'ta buluşup Man.dolin Ka.fe'ye gittik. Giderken öğle güneşinin etkisi ile de hava gayet normaldi. Ama akşam üzeri ne zaman sahilden vapur iskelesine doğru yürümeye başladık, rüzgar ve soğuk resmen ısırıyordu. Yani aynı gün hem ılık bir sonbaharı hem de dondurucu bir kışı yaşadık. Aslında cuma akşamından cumartesinin nasıl olacağı belliydi de biz inanmak istemedik.

Pazar günü ise tüm gün evde tembellik yapıp, yayıldık. Sıcacık evde uzuuun bir pazar kahvaltısı, gazeteler, biraz tv derken akşamı ettik. O soğukta dışarıya çıkmayı gözümüz yemedi. Bu arada pazar günü bi tanecik yeğenimin, Kaan'ımın doğum günüydü. Malum İstanbul'dalar. Telefonla konuşup, kutladık onu. Hediyesini daha önceden göndermiştik zaten.Nice sağlıklı, mutlu yıllara inşallah. Gurbetlik çok zor. İyi haber, sömestrede geliyorlar, uçak biletlerini almışlar bile:))Pazar akşamının sonuna ise Beh.zat amirimle nokta koyduk.Sonunda doğru gün ve saati buldular, inşallah değişmez, daha doğrusu dizi yayından kalkmaz umarım.

Bugün de anneme gittim, her pazartesi olduğu gibi. Poğaça yaptık, muhabbet ettik. Annemin yaptığı sütlacı (benim ağız tadıma uygun yapan tek kişi) zevkle ve özlemle mideye indirdim. Bu arada sabahtan 2 posta çamaşır yıkamıştım. Akşam gelince de onları kaloriferde çabuk çabuk kuruttum.

Oğlum, yarın ilk direksiyon dersini alıcak, pazar günü ise yazılı sınavı var. Sınavı takmıyor da, direksiyon dersi için belli çok heyecanlı. Erkek çocuk olmasına rağmen araba kullanmaya hiç heves etmemişti şimdiye kadar, çok ilgisizdi. Babası bazen boş yerlerde gel öğreteyim derdi, o istemezdi bile. Sanırım bu sefer bu kadar istekli olmasında, kız arkadaşının ondan önce ehliyet alması da etkili:)) Hayırlısı...

İlk günü geçmiş olsa da, kalan kısmı için herkese iyi haftalar...

Not:Foto, Yamanlar Dağının tepesindeki Karagöl. İnternetten aldım. Burası hakkında daha fazla bilgi içinse tık

Salı, Aralık 07, 2010

Sonunda





Yıllardır kaçtığım dişçi koltuğuna oturdum. Bizde ailece bir dişçi fobisi var, baba tarafımda. Hepimiz çok mecbur kalmadıkça gitmeyiz. Ben en son 15 yaşımda gitmiştim. Bir türlü çıkamayan azılarım için. Daha sonra hamilelik sırasında kontrol ettirmiştim. Bir problem yoktu. Zaten dün dişçi de onu dedi. Demek düzenli fırçalamış ve dişlerinize iyi bakmışsınız ki bugüne dek problem yaşamamış ve bize gelmek zorunda kalmamışsınız. Böylece 33 sene sonra bir kez daha o koltuğa oturdum, hem de ne oturma. Aynı gün 3 dolgu birden yaptırdım. Çarşamba günü de son dolgum ve diş taşı temizliğim var. Gerçi çekilmesi gereken bir 20'lik dişim ve yine doldurulması gereken diğer 20'lik var ama bana bu kadar heyecan yeter, onları yılbaşı sonrasına bırakıyorum. Bu arada dişçi arkadaşlar, ne olur gücenmesinler dişçi diyorum diye. Tamam, biliyorum diş hekimisiniz ama dişçi lafı daha kolay ve pratik, üstelik yılların alışkanlığı. Yoksa sizi küçümsediğimden falan değil. Aman, yanlış anlaşılma olmasın.

Dün ev kredimizin son taksidini ödedik. Fek yazımızı talep ettik. Yazı gelince tapudan ipoteği de kaldırıcaz, yani artık evimiz bizim. Ben yıllardır söylerim; borç yiğidin kamçısıdır. Nasılsa bir şekilde ödeniyor. Sözüm özellikle gençlere. Çalışıyorsanız, mutlaka ya ev (ki ilk tercihimdir) ya da araba kredisine girin, mal sahibi olun. Borç olunca önce onu ödeyip, kalanla idare etmeyi öğreniyorsun. Öbür türlü elindekini avucundakini (büyük olasılıkla) çula çaputa yatırıyorsun. Onun da ertesi sezon modası geçiyor, sil baştan gardrop düzüyorsun. Gençken ve çalışırken para kolay kazanılıyor ve kolay harcanıyor. Yaş ilerledikçe insana para daha çok lazım oluyor. Neyse bu da bugünkü nasihat saatiydi, mesaj verildi, gelelim diğer konulara

Bugün temizlik yok, perşembe günü olacak. Bugünse bir arkadaşım öğle yemeğine geliyor. Akşam üzeri ise bana yakın bir hastanede şu an dizlerinden ameliyat olan başka bir arkadaşımın annesini ziyarete gideceğim. Allah şifa versin. Yarın diş dolgusu ve dünkü dişçi işinden dolayı ertelenen annemleri ziyaret var. Perşembe temizlik ve belki halama ziyaret, cuma ise bir başka arkadaşımla Pasaport tarafında buluşma.

Bu arada havalar soğumaya başladı İzmir'de. Özellikle rüzgar sert esiyor ve üşütüyor. Eh, Aralık'ın 7'si olmuş biz hala kış görmemişi. Bu havalar normal yani.

Herkese sağlıklı günler.

Not: Foto, get.ty ima. ges'dan.

Cuma, Aralık 03, 2010

Kış?

Bugün 3 Aralık (Demirbank hayırlı günler diler, demeyeceğim işte) yani kışın 3. günündeyiz ama hala yazı yaşıyoruz. Hala ısınmak için herhangi bir şey yakmıyoruz. Penyelerle dolaşıyoruz( en azından İzmir'de öyle), hava 22-25 derece arasında değişiyor, güneşli yerler yakıyor, hala gölge arıyoruz. Avrupa donuyor, bizse hala yazı bitiremedik. Şikayetçi falan değilim, yalnızca durum saptaması yapıyorum, o kadar:)

Dün arkadaşlarım bendelerdi. 10 kişiydik. Neşeli, kahkahalı, bol muhabbetli bir gündü. Menümüz 3 adetle sınırlı olduğundan kısır, tiramisu ve patatesli kek yaptım. Her birimizde kolestrol, tansiyon, şeker, kilo gibi sorunlardan biri mutlaka var. Geçmiş yıllardaki toplantılarımızda olay 7-8 çeşide çıkınca buna dur dedik, daha doğrusu Serap dedi, biz de ona uyduk. İyi de oldu:))

Akşam o koşuşturmanın üzerine kocamın F.oça'dan gelirken getirdiği 3 kilo polikeyi (yani turp otunun Fo.çacası) ayıkla, yıka, haşla. Türkan'a zor yetiştim.

Oğluşumun elindeki dikişler önceki gün alınacaktı. Ama açılınca dikişlerin iyi yapılmadığı ve kesik yerin hiç kaynamadığı görüldü. Eski dikişler alındı, bu kez 6 dikiş (önceki 4 dikişti) atıldı, yine bir 10 gün beklemedeyiz. İlk dikişi atan da doktordu ama demek doktor var doktorcuk var.

Şimdi bu güzel havadan yararlanmak için Kar.şıyaka'ya doğru bir yürüyüp gelicem. Çenebaz kaçar...

Pazartesi, Kasım 29, 2010

Yeni Yıl


Bu yıl yeni yıl moduna erken girdim, bundan blok da nasibini aldı. Önümüzdeki hafta sonu da ağacımızı süslerim, ışıklarını yakarım, ev de aynı moda girer:))

Oğlumun vizeleri bitti ama eli hala sarılı. Pazartesi ya da salı günü dikişler alınacak. Öbür hafta da ehliyet kursuna başlıyor oğlum. Allahtan direksiyon sınavı Ocak içinde de eli düzelir o zamana kadar.

Geçen hafta çarşamba günü rahmetli kayınpederimin ölüm yıl dönümüydü. Kayınvalidem evde mevlüt okuttu. Öyle arzu etmiş, tavuk-pilav yapmış, aşure yapmış, tabi bi de mevlütlerin olmazsa olmazı şerbet. Misafirler gittikten sonra bizler yine çekirdek kadro (görümcemler, biz ve diğer kuzenler) olarak akşam yemeğine de kaldık. 14 kişiydik. O gün epey yorulduk hepimiz.

Perşembe günü de küçük bir operasyon geçiren halamı ziyarete hastaneye gittim. Operasyon ufak falan ama yine de 2 gece yattı hastanede. Yarın da evine gideceğim. Giderken yemek yapıp götürmek istiyorum ama sulu şeyler olmaz. Herhalde ben de hem taşıması kolay hem de yemesi güzel diye tavuk- pilav yapıcam, bir de kek yapmak istiyorum. Oradan da anneme geçerim.

Cumartesi günü bir arkadaş toplantısındaydım. Uzun süredir görmediğim arkadaşlarla toplanmak güzeldi, epey muhabbet ettik.

Perşembe günü emekli bankacılar toplantımız var, bu kez bende toplantı. Menü kafamda oluştu gibi. Salı günü eksik malzemelerimi alıcam.

Vakit epey geç olmuş, hatta Pazartesi olmuş bile:)) Herkese iyi haftalar, sendromsuz Pazartesiler.

Pazar, Kasım 21, 2010

5 YIL

18 Kasım'da bloğum 5 yaşını bitirmiş. Bayram hayhuyu içinde unutmuşum. Bugün farkına vardım. Nice yıllara sevgili bloğum:))

Not:Foto, (görüldüğü üzere) getty images'den.

Cumartesi, Kasım 20, 2010

Bayram da Bitti

Bayram, bayram dedik, o da bitti. Bayramın ilk günü sabah daha kahvaltı ederken(dahamız 11 ama) kuzenler geldi. Meğer aşağıdaki teyzeye gelmişler, onlar da kabristan ziyaretinde olduklarından bulamamışlar, bize çıktılar. Ailede en küçük olduğumuzdan, bayramlarda hep biz gezeriz, bize kimse gelmez diye evde ne tatlı var ne çikolata. Hemen kahve yaptım, evdeki kare çikolatayı da kırıp verdim:)) Sonra teyze ve k.valide evlerine geldiklerinden hep birlikte alt kata indik, görümcem de geldi. Topluca bayramlaştık. Sonra biz de kabristana gittik. Oradan da benim annemlere geçtik. Annemlerde öğlen yemeği yedik. Sonra su börekli, baklavalı çay faslı yaptık. Zaten akşam oldu. O gece eşimin Ankara'daki kuzeni İzmir'e geldi ama çok geç (gece 12 gibi) olduğundan ancak ertesi gün görüşebildik.

2.gün, benim iki halamı ziyaret ettik, Ankara'dan gelen kuzenle görüşmek için oradan kuzene geçtik. Kuzende ertesi gün hep birlikte Şirince'ye gitmeye karar verdik. Bayramın 3.günü İzmir'i seller götürürken biz günlük güneşlik bir havada gezi yaptık. Aşağıda Şirince resimleri var.



Her yer böyle dimdik yokuş. Ayağına güvenen gelsin buralara. Bir de bayram nedeni ile çok kalabalık olduğundan arabaları bile Şirince'nin dışında, tepelerde bir yerlere park ettirdiler. Hep yürüdük, çok yürüdük.


Malum Şirince=Şarap. Yer gök şaraptı. Her tür şarabı tattık. Ben en çok beyaz ve sıcak şarapları beğendim. Sabah sadece atıştırıp çıktığımızdan önce kahvaltı ettik. Gözlemeler çok çeşitliydi. Kıymalı, patatesli, patlıcanlı, otlu, vs. Hepsinden ortaya söyledik. Nefis tavşan kanı çaylar eşliğinde yedik onları. Kalkmamıza yakın taze keşkeş çıktığını söylediler. Ben ilk kez tattım keşkeği. Fena değil. Ama olmazsa olmaz listeme girecek bir yemek değil. Hani bir daha ömür boyu yemesem aramam. Neyse , bunu da tatmış olduk. Yoldan mandalinlerimizi de aldık. Tüm yol mandalin ve ayva bahçeleri ile dolu. Bahçe sahipleri mandalin almak istediğinizde kovaları size veriyorlar, gir bahçeye kendin topla diyorlar. Siz de elcağzınızla istediğiniz mandalinleri topluyorsunuz.
Oradan Dilek yarımadasını ucundaki Karina'ya geçtik. Aslında Domatia köyüne de (eski Rum köyü) gidecektik ama Şirince'de fazla kalınca oraya zaman yetmedi, malum hava artık erken kararıyor. Karina resmen yolun sonu, yol orada bitiyor. Alt resimde yolun sonunu görüyorsunuz, devamı yok. Resmi de oturduğumuz restorandan çektim. Yalnız manzara süper, ortalık dingin, huzur dolu bir sessizlik var. Önümüz derya deniz, kısacası yer olarak çok güzeldi.Izgara levrekler de muhteşemdi. Her biri yarımışar kilo vardı. Salata, kalamar ve buz gibi beyaz şarapla iyi gitti:))
Karina'da güneşi de batırdık. Hava da limonata gibi, ceket bile giymeden tek bir bluzla oturabildik.

4. gün hem benim hem de eşimin yengelerimizi ziyaret ettik. İkimizin de amcası vefat etti. Bizi görünce çok mutlu oldular. Bayram hayırlısı ile bitti derken dün gece oğlum ampul değiştirirken güç denemesi yapmış,ampul elinde kırıldı. Sağ elinin baş parmağının iç kısmı bayağı derin ve uzun kesildi. Hemen hastaneye gittik, dikiş atıldı, tetanos aşısı yapıldı. Bununla gelmiş geçmiş olsun dedik. Pazartesi sınavları da başlıyor ama allahtan elini kullanabilecek, tabii sargılı olarak.

Uzun bir tatil de böyle geçti. Yarın herkes bende, kahvaltıda olacak. 12 kişiyiz. Bal-kaymaklı, sucuklu-yumurtalı güzel bir kahvaltı. Sülaledeki herkes boğazlı olunca durmadan yemek yemişiz, yemek yazmışım. Herkese şimdiden iyi bir hafta olsun. Bilirim uzun tatillerden dönüşlerde iş çekilmez olur, pazartesi allah hepinize kolaylık versin.

Pazartesi, Kasım 15, 2010

İyi Bayramlar

Herkese sevdikleri ile birlikte mutluluk, sağlık, huzur dolu nice bayramlar dilerim.

Perşembe, Ekim 28, 2010

Çifte Kutlama


Yarın, her yıl olduğu gibi bizde çifte kutlama var. Hem Cumhuriyetimiz 87 yaşına basacak, hem de canım babam 77 yaşına:))) Babam Cumhuriyetin 10.yılında doğmuş. Her zaman benim doğuşum ne şenliklerle kutlanmış diye bize takılır. Tabi, cumhuriyet bayramında doğduğu için de adı;Cumhur:)) Cumhuriyetimize de , canım babama da nice yıllar diliyorum.

Not: Foto, Pastacı'nın eski bir postundan. Sanırım resmi kullanmama kızmaz. Hem Cumhuriyet'i hem de doğumgününü simgeleyen bir resim olduğundan çok beğendim.

Çarşamba, Ekim 27, 2010

Dün

Dün bi hamaratlık,bi hamaratlık, sormayın gitsin. Sabahtan temizlik vardı. Neyse o iş bitince önce Serap'ın tarifine göre sütlaç ki tek sevdiğim sütlü tatlıdır ve oğlum için pudingli kek. Ama bu kez puding yerine supangle koydum, böylece kakao tadı daha yoğun oldu. Biraz da dövülmüş ceviz ekledim içine. Sütlacın üstünde tarçın yok, çünkü o da bir başka sevmediğim şey. Aslında mızmız değilimdir ama sevmediklerim arka arkaya geldi bu yazıda. Ha, mecbur kalırsam yerim, gıkım çıkmaz da pek severek yememiş olurum.

Bu aralar pek negatifim. Daha doğrusu maymunun gözü açıldı da o yüzden. Bir kaç olayı arka arkaya anlatayım, haklı mıyım, haksız mıyım, siz karar verin, lütfen tarafsız olun ve gerçek duygularınızı yazın bana.

İnsanlarla kötü olmayı asla istemem. O yüzden toleransım çok yüksektir. Çoğu şeye aldırış etmem, karşımdakine anlayış gösteririm. Ama insanlar böyle yapınca seni salak sanıyorlar.

Birinci olay, bir arkadaşımın kızı yazın evlendi. Herkes yazın tatilde olduğundan kimse katılamadı. O yüzden hediye işi de Eylül'e kaldı. Eylül ayında bir arkadaş(ki kendisi bu konularda sürekli organizatördür) hemen para topladı, hediye alındı, arkadaşa gittik, hediyemizi verdik. Sonra bu arkadaşlar yeni gelin kızımızın evine hep birlikte gitmişler. Biz grupta 9 kişi var. Bunların 7'si gitmiş, biz 2 arkadaş aranmadık bile. Ve ben bunu ilk toplantımızda konuşmalar sırasında öğrendim. Aaa, siz S.'nin kızına mı gittiniz? deyince bunlar laf çevirip, işte öyle aniden karar verdik, vırt zırt kıvırmaya başladılar. Ben toplantının tadı kaçmasın diye işi uzatmadım ama bozuldum. Para verileceği zaman hemen aranıyoruz, toplanılacağı zaman akıllarına bile gelmiyoruz. Arkadaşlık bu mudur?

İkinci olaysa apartmanda oldu. Zaten bizim apt.da kimse birbirine gidip gelmez, yalnızca asansörde, kapıda karşılaşınca merhaba, nasılsınız, o kadar. Geçenlerde biri kalorifer için mazot almış, merdivenler, arka bahçeye çıkılan oda gibi yer, asansörün içi ve asansöre binenlerin ayaklarına bulaştığından tüm merdivenler mazot içinde. Apartmanın içinde kokudan durulmuyor. Ben de yönetici hanımı aradım. Apt.içinin mazot içinde kaldığını, mümkünse merdivenleri yıkayan kadını bugün göndermesini söyledim. Çünkü merdivenleri yıkayan hanım, onun dairede çaycılık yapıyor. O da öğle tatilinde gönderdi. Ben kimin mazot aldığını bilmediğimden bu konu ile ilgili ne isim verdim ne bişey. Zaten apt.da doğal gazı olan biz, yönetici, bi de eşimin teyzesi var. Kalan 5 kişiden herhangi biri olabilir, asla bilmeden suçlamam. Neyse merdivenler yıkanırken olayın faili olan daire çok bozulmuş, çünkü yöneticinin kiracısı. Niye şikayet ediyorlar, ben zaten kendi kadınımı çağırıp temizletecektim, bu zaten mazot, yarına kadar uçardı filan diye epey söylenmiş. Sanırım yönetici benim aradığımı söylemiş ki bana trip atıyor. Gerçi yönetici "şikayet değil ki, ne güzel duyarlı davrandılar, haber verdiler, zaten kadın perşembeleri geliyor, salıdan merdivenler temizlenmiş oldu" dese de çok bozulmuş hanımefendi.

Neyse, daha da var bozulduğum şeyler ama yazmak istemiyorum, yazarken bile sinirlerim bozuluyor. Gittiği yere kadar...


Pazar, Ekim 24, 2010

Eski Dostlar

Geçen gün kitaplığı kurcalarken birden eski dostlarıma rastladım. Uzun süredir bakmadığım çocukluk kitaplarım. Bu ikisini bana eniştem (büyük halamın eşi) hediye etmişti. Daha doğrusu kızlarına almış, onlar okumuş, kütüphanelerinde duruyordu. Bir gün onlara kalmaya gittiğimde benim kitaplarla çok ilgilendiğimi gören eniştem bana vermişti bunları. Bir de "Bilgi Çantası" diye bir kaç ciltten oluşan bir ansiklopedi ama fotoğraflı, çizimli falan inanılmaz güzel bir şeydi. Maalesef yıllar içinde onu kaybettim. Ama bunlara rastlayınca resimleyeyim dedim.




Bu Jack London'ın Kurt Kanı kitabının basım tarihi, benden 7 yaş büyük:)) Bu arada o zamanlar logodaki kızın ben olduğumu sanırdım. Çünkü o zamanlar hemen her kız çocuğunda olduğu gibi benim saçımda da o koca beyaz kurdeleden vardı:))


Bu ise Duygulu Dostlar kitabının basım tarihi. Bu da benden 1 yaş büyük:)) Bu kitapta hayvanlarla ilgili gerçekten çok duygulu öyküler var


Bunlarda Armağan Çocuk Klasiklerinden çıkmış ve üst kapak kağıtları bile duran kitaplarım. 4 tane de kapaksız ama ciltleri sağlam olanlar vardı, artık onları çekmedim. Bunlar benden küçük:)) Genellikle 70'li yıllarda yayınlanmış kitaplar.


Bizim dönemimizde her çocuğun okuduğu meşhur Çocuk Kalbi kitabı. Bu kitabı bana annem sınıf geçme hediyesi olarak almıştı, sanırım 4'den 5'e. Bakın, alt resimde de benim o zamanlar düştüğüm not var. Altına adımı-soyadımı da yazmışım, o kısmı stickerla sansürledim:)) 10 yaşındaki Çenebazın yazısı, pek kötüymüş(Sanki şimdi süper)


O gün biraz nostalji yaptım, eski kitap kokusunu içime çektim, mutlu oldum ve sizlerle de paylaşmak istedim. Sizler de varsa kütüphanenizin kenarında köşesinde böyle unutulmuş eski çocukluk kitaplarınız, onları bulun , eski günleri hatırlayıp mutlu mutlu gülün ve isterseniz bizlerle paylaşın.

Cuma, Ekim 22, 2010

TV8 ve Filmler

Bu hafta sonu TV8'de cuma, cumartesi ve pazar günleri saat 21.15'de hep tv'de ilk kez gösterilecek çok güzel filmler var. Bu akşam Aşk ve Gurur, yarın akşam Çevirmen ve pazar akşamı da Jarhead filmi var.( Malum artık Behzat Ç., pazartesi akşamları saat 20'ye alındığından pazar akşamları film izleyebilirim) Kaçıranlara, daha önce izlemeyenlere duyurulur:)

Çarşamba, Ekim 20, 2010

Öyle bir Geçer Zaman ki



Bu dizi, favori dizim ve pek çok kişi gibi benim de bu dizideki favorim Osman. İyi de dünkü bölümde Berrinle Ahmet hastaneden çıktılar, ana , Ahmet'in saçlar fönlü. Yönetmenim, devrimci adam saç fönler mi? Yapma allah aşkına. Üstelik 60'lı yıllar. Neyse, o kadar kusur kadı kızında da olur dedim, yuttum ve zevkle izledim yine:)) Bir de Mete'yi oynayan çocuk Beren Saat'in oynadığı Pa.tos R.olls reklamında hani "hüüp" diye Beren'i çeken çocukmuş, dün gece dikkatimi çektim birden. Belki herkes biliyordur da ben Amerika'yı yeniden keşfetmişimdir:))

Geçen postta yazdığım turşuyu açtım, kütür kütür olmuş, etli nohutun yanında afiyetle yedik. Pazar günü de 2 küçük kavanoz lahana turşusu yaptım. Bakalım onlar da bir şeye benzeyecek mi?

İzmir 2 gün yağmura teslimdi. Pazartesi çok yağmur olunca annemlere dün gittim. Bostanlı çarşıdaki dükkanların çoğunu su basmıştı. Belediye gelmiş, tüm dükkanlardaki sular pompalarla tahliye ediliyordu. En çok kitapçıya üzüldüm:(( Dün ise günlük güneşlik bir gündü. Annemlerde çayımızı balkonda içtik, o derece.

Bugün Bospa günü. Yağmur yağmazsa gitmek istiyorum. Hava gene kapalı.Evde temizlik var bu arada. Bir de tutulması gereken kek sözüm. Çok üşendim. Bütün günü b.sayar başında pinekleyerek geçirmek istiyorum.


Dip Not: Pazar dönüşü kekten vazgeçip, Serapçığımın kurabiyesinden yaptım. (Bakınız; üstteki foto) Çok da bereketli oldu. 30 küsur tane çıktı. Yalnız bana tadı biraz az geldi, programa ilaveten üzerine pudra şekeri serptim. Bence böyle de güzel oldu.

Cuma, Ekim 01, 2010

Limon mu, Sirke mi?


Bunlar benim hayatta ilk kez kurduğum turşular, bakalım neye benzeyecekler. Okuduğum blogların bir kısmında kış hazırlıkları son sürat gidiyor. Valla, ne anamda gördüm ben, ne de sonradan öğrendim. Zaten okul, iş hayatı derken böyle ince işlere giremiyordum.Emeklilikten sonra yani 42 yıldan sonra azıcık kadınlık yapayım dedim. Gerçi karar vermekle harekete geçmek arasında bir 6 yıl olmuş ama çaktırmayın artık:))Bunun tarhanası var, makarnası, salçası var. Ama en kolayı turşu kurmak. Çarşamba günü pazarda da kütür kütür minicik salatalıkları görünce dayanamadım 2 kilo aldım. Hatta yanımdaki hanım abarttı 7 kilo aldı, herhalde yatıp kalkıp turşu yiyorlar:)) Velakin kadın olmak o kadar da kolay değilmiş çünkü serde tembeloşkalık da var:)) Ama artık benim gibileri de düşünmüşler, baktım markette hazır turşu suları var. Bakınız aşağıdaki resim;




Aldım sevgili Fersan Turşu Yap'ı, salatalıkları kendi cam kavanozlarıma yerleştirdim, içlerine 7-8 diş sarımsak, üzerine dereotu ve maydanoz koyup, turşu yapla ağzına kadar doldurdum. Kapaklarını kapatıp mutfak dolabına, gölge bir yere kaldırdım. 20 gün sonra yazarım sonucu, inşallah beni utandırmazlar. Bu kadar turşu muhabbeti üzerine rahmetli Adile Naşit'le Münir Özkul'u ve onların sımsıcak filmi "Neşeli Günler"i de anmadan olmaz...


Bu börekçik de benim meşhur tava böreğim. Canım çok börek istediğinde hemen 2 yufka ile yapıyorum, o pişene kadar çay da oluyor. Karnım acıktı ya bu kadar yemek mevzusu yazınca.
Herkese iyi hafta sonları...

Çarşamba, Eylül 22, 2010

Daha Dur....

Dünkü olaylardan bazıları;
1)Beyoğlu'nda 2 ayrı sanat galerisi açılışında içki içiliyor diye 30 kişi her 2 galeriye de taşlı sopalı saldırıda bulunuyor. İnsanlar ve sanatçılar yaralanıyor, galeriler ve eserler zarar görüyor.
2)Ankara'da polis parkta oturan bir sürü genci uygunsuz oturuyorsunuz diye toplayıp, haklarında tutanak tutuyor.
3)TRT'te Ajda Pekkan ve Ziynet Sali'nin konser görüntüleri verilirken dekolteleri buzlanarak gösteriliyor. (Ben bunu uydudan yayın yapan Afgan TV'de gördüm bir tek.)

Teşekkürler %52 :(((((((

Pazartesi, Eylül 20, 2010

Yaşlanmak?

Bugün sabah yaşlandığıma kanaat getirim artık. Aynı anneanneme benzedim. Uykularım azaldı çünkü. Ne kadar geç yatarsam o kadar erken kalkıyorum. Dün gece 2.30-3 arası daha yatağa yeni girmiştim, üstelik hemen de uyuyamadım. Sabah 7'de sanki beni dürttüler, uyandım. Sağa dön, sola dön, uyumaya çalıştım ama yok, olmadı, uyku tutmadı. Bu durumda herkese günaydın:))

Cumartesi, Eylül 18, 2010

Dizi, Kitap, Tv

Biraz ortaya karışık yazmak istedim. Bu aralar 2 kitap aldım. Biri favori yazarlarımdan Oya Baydar'ın "Savaş Çağı, umut çağı" kitabıydı. 68'leri ve 68'lileri sevdiğimden bir solukta okuduğum güzel bir kitaptı. Diğer kitap ise Orhan Pamuk'un "Manzaradan Parçalar"ı. Bu kitabın da güzel tarafı bağımsız bölümlerden oluşması. Beğendiğim başlığa göre bir ordan bir burdan okuyorum kitabı.
Gelelim televizyona. Pazartesi akşamları TRT'de "Elde Var Hayat" diye bir dizi var. Bana çok sıcak bir dizi geldi ama genelde o gece bir şey oluyor seyredemiyorum. Ben de birkaç akşam sonra b.sayardan izliyorum, öneririm. Hem araya reklam da girmiyor, iyi oluyor."Çocuklar Duymasın" beni güldürüyor. "Bitmeyen Şarkı'yı" sevdim, yok yok Bülent İnal'ın yakışıklılığının bunda hiç bir payı yok:)) Bir de yeni başlayan" Öyle Bir Geçer Zaman ki" var. O da iyi bir dizi, en azından ben zevkle izledim. Dizi 60'larda başladı, tam benim doğduğum yıllar, biraz da o yüzden çekici geldi. Şimdilik bana bu kadar dizi yeter, arada film falan da izlemek lazım, her geceyi dizi ile doldurmak istemiyorum. Gerçi artık b.sayardan kaçırdığınız her diziyi ve her bölümü bulup izleyebiliyorsunuz. Yaşasın teknoloci:))
Bi de itiraf ediyorum "Survivor"ı izledim ve şu anda da hem yazıyorum hem de izliyorum finali. Ben Merveciyim, kadın dayanışması. Ayrıca herkesin dediği gibi İhsan sinsi geldi bana da. Henüz sonuçlanmadı, inşallah Merve kazanır. Sırf destek olmak için Merve'ye hem benim hem de eşimin cebinden oy attım, ay çok utandım valla. Sen orda entel, dantel kitap okudum falan de, sonra da eyooo Merve'ye oy at, yuh olsun bana:))

Dip Not: Yarışma şimdi bitti, Merve kazandıııııııı...

Pazar, Eylül 12, 2010

:(((((((((((((


Referandum sonuçlarının açıklanması ile birlikte ruh durumum aynen yukarıdaki gibidir. Daha fazla bi şey yazmak bile istemiyorum:((((

Çarşamba, Eylül 08, 2010

Bayramınız Kutlu Olsun

Herkese iyi bayramlar diliyorum. Mutlulukla , sağlıkla nice bayramlara.... Ağzınızın tadı hiç bozulmasın.

Cuma, Eylül 03, 2010

Zaman

Burada her şey, zaman bile farklı sanki. Bakmayın bu saatte yazdığıma, bugün biraz erken kalktım, 10.15 gibi:))) Diğer zamanlar 11.30'u buluyor kalkmam. Çocuklarsa 12.30 gibi kalkıyor. Kahvaltı saat 1'de. Ardından deniz ya da havuz ki tembellikten daha çok havuzu tercih ediyoruz, yaklaşık 10 adım mesafede eve. Eve gel, duş al.Saat 5 gibi ya çay ve kek-poğaça gibi bi şeyler ya da basit bir öğle yemeği, makarna ya da zeytinyağlı gibi tek bir çeşit yemek. Sonra bazen çocuklar havuz sefasına geri dönüyorlar. Akşam için genelde et-balık gibi bir şey , yanına bir zeytinyağlı, salata, makarna ya da pilav. Sonra Çeşme'ye dolaşmaya. Bazen de Çeşme'de kumru, döner, gözleme falan gibi bir şeyler atıştırıyoruz. Akşam eve dönüş, ben mutlaka saat 00.30'daki TNT'de Life dizisini seyrediyorum. Saat 1'den sonra da dizinin bitiş saatine göre yatıyorum. Eşim zaten yatmış oluyor. Çocuklar o saatten sonra internetten indirdikleri filmi seyredip 3-4 gibi yatıyorlar. Böyle bir gevşeme hali, adam sendecilik. Ama pazartesi İzmir yolları görünüyor ve bayram telaşı var. Gerçi bize gelen olmuyor henüz, hala genç kategorisinden biz hep ziyaret eden taraf oluyoruz ama gene de ne zamandır eve yoktuk, evi .ok götürüyor, temizlik yaptırmak lazım. Salı temizlik var, o gün K.ılıçdar.oğlu'nun İz.mir mitingi de var, gitmek istiyorum. Bu araya bir de anne-baba ziyareti sıkıştırmam lazım. Zaman burada ne kadar yavaş işliyorsa, İz.mir'de o kadar hızlı. 24 saat yetmiyor.

Havalar soğuduğundan beri buranın da tadı açtı gerçi. Çoğu aile yazlığı kapatıp evine döndü. Rüzgar var ve hava oldukça serin. Geceleri pike üstüne yatak örtüsünü de çekmeye başladık. Ama biz henüz evi kapatmayı düşünmüyoruz. Oğlanın okulu bu ayın 27'sinde. Belki bayram sonrası bir kaç günlüğüne geliriz yine. Ekim'e doğru kapatırım evi. Kapatmak dediğim de tüm erzağı eve getirmek, halıları kaldırmak, çekmeceleri (rutubete karşı) yarı açık bırakmak, elektrikleri kesmek falan. Acelesi yok, yaparız bir gün:))

Bugün cuma, herkese iyi hafta sonları...

Cuma, Ağustos 27, 2010

Plastik Kapak Projesi

Gamzeli Anne'nin bloğundan aynen alıntılıyorum, sanırım bu konuda bana anlayış gösterecektir.

"Ege Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi öğrencilerinden bir grup, Fakülte yönetimine başvurdular ve İstanbul Ataşehir Belediyesinin düzenlediği "Plastik kapakları toplayarak ihtiyaç sahibi vatandaşlarımıza birer engelli arabası kampanyasına katılmak istediklerini söylediler ve
"Yönetimden destek bekliyoruz" dediler.
Kampanyanın adı "Teker teker kapakları toplayalım adım adım engelleri aşalım"
***
İşte bu aşamada, Ege Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi Dekan yardımcısı Prof. Dr. Nurselen Toygar'a kampanya ile ilgili gelişmeleri sordum.
Prof. Toygar" Öğrencilerimizin istedikleri desteği sonuna kadar vereceğiz. Kampanyamızı duyurmak için İngilizce ve Türkçe olarak bir facebook sayfası oluşturduk. Bu facebook sayfamız Türkiye'de Hollanda'da Amerika'da İngiltere'de Fransa'da ve diğer yabancı ülkelerde oldukça ilgi gördü" yanıtını verdi.
***
Kampanya ile ilgili afişler ve broşürler bastırıldı. Diğer üniversitelere, ilköğretim ve ortaöğretim Okullarına özel ve resmi kurumlara ulaşıldı.
Bu kampanyanın ulaştığı kişilerde oluşan duyarlılık heyecan ve destek isteği halkımızın, kurumlarımızın toplumsal çok önemli bir sorun olan engelli vatandaşlarımızın gereksinimlerinin karşılanması konusunda ne kadar duyarlı olduklarını gösteriyor.
Prof. Nurselen Toygar'dan bir açıklama daha...
"Bu kampanya kapsamında 250 Kg. plastik kapağa 1 engelli arabası, bir ton kapağa 4 engelli arabası verilecek.. Kampanya 30 Eylül 2010 tarihine kadar devam edecek."
İletişim Adresi: Ege Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi Bornova-İZMİR Tel No: 0 232- 388 64 32 begin_of_the_skype_highlighting 0 232- 388 64 32 end_of_the_skype_highlighting / 2 Kurul İşleri : 0 232- 388 11 07 begin_of_the_skype_highlighting 0 232- 388 11 07 end_of_the_skype_highlighting

Neden Plastik Kapak: Herkesin kullandığı ambalajlarda bulunduğundan ve kolay toplanabildiği için plastik kapaklar tercih edilmiştir.

Hangi Kapaklar Kampanya Kapsamında: Plastik kapak olmalı, renk ve büyüklük önemli değil.

Kampanya Tarihleri: Kampanyamız 22.04.2010 - 30.09.2010 tarihleri arasındadır.

Toplanan Kapaklar Nereye Teslim Edilecek: Topladığınız plastik kapakları Ataşehir Belediyesi Çevre Koruma ve Kontrol Müdürlüğüne getirebilirsiniz. Ulaştıramadığınız kapaklar için 0216 570 50 99 begin_of_the_skype_highlighting 0216 570 50 99 end_of_the_skype_highlighting nolu Alo Çevre Hattından bilgi alabilirsiniz.

Kaç Kapağa Kaç Tekerlekli Sandalye Alınabilir: Yaklaşık 250 kg Plastik kapak ile 1 tekerlekli sandalye alınabilmektedir."

Ayrıca daha ayrıntılı bilgi almak için http://www.engellilersitesi.com/haber/6550-yasam-sise-kapaklari-engelliler-icin-umut-oluyor.html

Ben , bazı yerlerde bu kampanya için topladığınız kapakları alan yerler gördüm. Böylece tek tek ulaştırmak yerine toplu olarak ulaştırılacak, kolaylık olur. Bu yaz sıcaklarında deli gibi su tüketirken kapakları lütfen atmayın, biriktirin. Bizim de bir katkımız olsun. Hele bloğunuzda duyurursanız daha da iyi olur.

Pazartesi, Ağustos 23, 2010

Kitapkolik

Kitapkolik sitesi bir yarışma düzenlemiş. Katılım koşulları çok basit, siteye link verip bunu onlara bildirmek. Kitap kurtları, haydi işbaşına.

Pazar, Ağustos 01, 2010

Nereye?

Nereye gittiğimizi ya da götürüldüğümüzü görmek açısından güzel bir yazı dizisi. Biraz zaman ayırıp okumanızı öneririm. Bazı şeyler çok tanıdık gelecek:((

Salı, Temmuz 20, 2010

Düğün ve daha fazlası


Eh, düğün düğün derken o da geçti, bitti, gitti. Düğün klasik Türk düğünü gibi değildi. Alsancak'ta yemyeşil bir ortamda güzel bir yemekti. Öyle göbek havası, gelinin anası çıksın, danası çıksın, hiç biri yoktu. Zaten erkek tarafı diye bir şey yoktu, malum damadımız Ame.rikalı. Hepimiz kız tarafıydık. O yüzden daha da samimi bir ortam oldu. Yemekler çok güzeldi. Yemek boyunca hafif müzik çaldı.Pastayı kestikten sonra dans edildi. 12 gibi dağıldık. Gençler hep birlikte başka bir yerde eğlenmeye devam etmek için bizden ayrıldılar. Ben kendi adıma hem çok eğlendim, hem çok zevk aldım. Çocuklar ertesi gün hemen Tür.kiye turuna çıktılar. Şimdi Kap.adokya'dalar. Daha sonra Ef.es, Mer.yem Ana, Şir.ince güzergahı üzerinden güneye inecekler. Son 4 gün İst.anbul ve sonra dönüş. Yarın döndüklerinde kuzende yemekte hep birlikte olacağız. Bakalım yabancı damadımızın bizler ve ülkemizle ilgili görüşleri ne, öğreneceğiz.

Bu hafta düğün sonrası hemen Çe.şme'ye dönmeyi düşünürken eşimin bazı tahlilleri nedeni ile kaldık buralarda, hem de bu sıcaklarda. Oğlum da arkadaşları ile Fet.hiye'ye Kel.ebekler Vadisine gitti. Cuma sabahı İzmir'e dönecek. Eşimin işleri de perşembe günü biteceğinden 1 gece daha bekleriz, oğlumuzu da alırız gideriz Çe.şme'ye dedik. Giderken ka.yınvalidemi de götürücez. Kardeşim bu hafta sonu An.talya'ya geçiyor. Oğlu, anneannesi ile orada. Eşi de İst.dan geçip onlara katılacak. 1 hafta sonra da kardeşim yeğenimi de alıp İzmir'e gelecek. Sonra da annemleri alıp Çe.şme'ye bizim yanımıza gelecekler. Herhalde 15 gün kadar kalıp sonra tekrar İst.a dönecekler. Sanırım annemler de İzmir'e döner. Zaten Ramazan diye kayı.nvalide de ya İzmir'e ya da Fo.ça'ya geçer. Kısacası koşuşturma sürüyor.

Bugün Serapçım uğradı bana sabahtan. Biz henüz kahvaltı etmemiştik, o da tahlil yaptırmış, açmış. Hep birlikte geç bir kahvaltı ettik, kahveler içtik. Serap gittikten sonra görümcem uğradı. Onunla da sohbet, bu kez kayın.validem hadi senin annenlere gidelim dedi. Annemlerde de 5 çayı içtik. Eve geldiğimizde saat 8 gibiydi. Bu sabah daha doğrusu sabaha karşı oğlumu yolcu ettiğimden dün geceden 3-4 saatlik uykuyla duruyorum, gözlerimin içinde sanki kum tanecikleri var. Ama daha uyumak da istemiyorum. Dayanabildiğim kadar oturmak amacım. Epeydir uzak kaldığım b.sayarıma doyayım birazcık:))

Herkese iyi geceler

Perşembe, Temmuz 15, 2010

Sıcak, Sıcak, Sıcak


Sizlerden ricam bu yazıyı okurken Em.re Al.tuğ'un " sıcak, çok sıcak" şarkısını dinlemeniz ya da içinizden mırıldanmanız.Salı günü akşam üzeri cehennem sıcağına geri döndük, yani İzmir'deyiz. Yazlıkta pike örtünürken burada kendimizi nerelere atacağımızı bilemiyoruz. Gündüz evde klima falan idare ediliyor da gece yatınca çok fena ya. Bir gram esinti yok. Bazen klimayı çalıştırıp 1 saatlik kuruyoruz. Tabi soğuk oluyor diye pikeyi de örtüyoruz. O serinlikte uykuya dalıyor insan. Ama sonra gecenin bir yarısı uyanıyorsun, klima durmuş, sen üzerinde sımsıkı pike ile 2 kat daha fazla yanmışsın, terlemişsin. Yani kısaca İzmir kabus gibi. Cumartesi görümcemin kızının düğün yemeği var, sanırım ertesi gün hemen vıın Çeşme yapıcaz, dayanılır gibi değil.

Salı günü akşamüzeri 4 gibi eve geldik. hemen bavulları boşalttım, bi posta çamaşırı makineye attım, eşimle oğluma yiyecek bir şeyler hazırlayıp doğru berbere gittim. Saat 5 gibi çıktığım eve akşam 9 gibi dönebildim. Meğer herkes serin olsun diye 5'den sonra berbere gidiyormuş, berber nasıl kalabalıktı anlatamam. Saçlarımı boyattım, kestirdim bu kadar şey 4 saati buldu. Dün ise sabahtan görümceme gittim, kendine düğün için bir elbise almıştı, daha sonra kızı ile gezerken başka bir elbise beğenmişler, kızı da ille bunu al, ben bunu daha çok beğendim demiş, o da kıramamış, sonuçta ilk aldığı elbise açığa çıkmış. Bana gel beğenirsen sen giy, 1 gece için boşu boşuna bi ton para verme dedi. İşte o sebeple sabah 9'da ona gittim. Elbise sanki tam benim için dikilmiş, sadece etek boyu kısaltılacak, onu da bu sabah halledeceğim.

Görümcemin kızı 2 yıl önce dil okulu için Amerika'ya amcasının yanına gitmişti. Orada bu evlendiği çocukla tanışıyor, anlaşıyorlar. Geçen yıl Ocak ayında da evlendiler, yani aslında 1,5 yıllık evliler. Ama kızımız ve damat o zamandan beri ilk kez Türkiye'ye geliyorlar. Görümcem de heves etti, ilk mürüvveti (öyle derler ya) hazır kızım Türkiye'ye gelmişken bari bir düğün yemeği yapayım, eş, ahbap, dost bir araya gelelim dedi. İşte şimdi Cumartesi günü böyle bir yemeğimiz var.

Dün görümcemden döndükten sonra önce eşimin kuzeni kahve içmeye uğradı, o arada kardeşim de geldi. Sonra kuzen gitti, eşim annlerini almaya Fo.ça'ya gitti. Ben onlar(k.valide, kardeşi ve bize uğrayan kuzenin görümcesi) akşama gelecekler, evleri tamtakır, yaşlı insanlar, e baktım ne kızı ne de bize uğrayan kuzen yemek konusunda tınmıyorlar, onları akşama bize gelin yemeğe (yani 2 kat yukarı çıkacaklar, malum aynı apt.dayız) dedim. Akşam yemeği için bir şeyler pişirip, kardeşimle saat 2 gibi dışarı çıktık. O kendine bir şeyler baktı , oradan da annemlere geçtik. Babam çok şükür daha iyi. Pazartesi günü dikişleri alındı. 2 ameliyat geçirdim, dikişler alınırken daha çok acıdı diyor. Annem de ben gittiğimden beri grip gibiydi. İlaç da kullanmıyor. Zaten günde 5-6 ilacım var, içiyorum, bir de onları içemem dedi. Nane limonla, limonlu çayla, limonlu çorbayla iyi olmaya çalışmış. Kardeşimi de dinlemiyor. Neyse ama dün daha iyiydi, e tabi beni gördü daha iyi oldu:)) Şaka bir yana erkek çocukları farklı oluyor kızlardan pek konuşmuyor, detay anlatmıyorlar. Ben gittim, tabi cır cır cır anneme kaldığımız günleri tek tek ne yaptık hep anlattım. kardeşim normalde de pek konuşkan değildir. Dün mesela şöyle bir olay oldu; kardeşim haftaya cuma günü gidiyor. Ama 30 Temmuz'da bu kez yeğenimi de alarak İzmir'e tekrar gelecek. Annemleri de alıp bizim yazlığa gideceğiz bir 15 gün kadar. Anneciğimin bunlardan haberi bile yok. Kardeşimin 30'unda tekrar geleceğini duyunca nasıl şaşırdı ne sevindi anlatamam. Bunlar (babamla kardeşim) bana bir şeyler anlatmıyorlar diye bana şikayet etti:)) Annemin kulaklığa rağman kulakları iyi duymuyor. Götürdüğümüz doktorlar iç kulağın çökmüş olduğunu, kulaklıkla bile ancak bu kadar duyabileceğini söylemişlerdi. Ben biraz bağırarak (zaten normal sesim de yüksektir, ayarlayamam, kısaca tepesi delik derim kendim için) biraz işaretlerler anlatıyorum, usanmıyorum. O da zaten meraklıdır, ille ne olmuş öğrenecek. Oooo canım anacım benim. Dün çok mutluydu. Eh 2 evladı yanında, babam iyileşti sayılır, kendi de öyle. Bundan büyük mutluluk var mı? Şimdi bu noktada hep birlikte "yeryüzünde sağlık, en büyük varlıktır" şarkısını söylüyoruz; 1-2-3 başla:)))

Bugün banka işleri var. Eteği kısaltmaya vericem. Daha oğluma ayakkabı ve gömlek alınacak. Onları da yarın yaparız herhalde. Bir koşuşturmaca ki nasıl anlatamam. Bir de bunları İzmir sıcağında yapınca insan kat be kat daha fazla yoruluyor.

Şu an ev halkı uyuyor. Ben onlar uyurken akşamın yemeğini de hazırlayayım, çünkü gene saat 11 gibi sokaklara bir dökülücez, akşama dönebilirim ancak.

Herkese serin günler dileği ile

Çarşamba, Temmuz 07, 2010

Tatildeyiz

Malum babam ameliyat olmuştu. Cuma günü hastaneden çıktı. Cumartesi günü akşamı biz Çeşme'ye geldik. Hiç içime sinmiyor. Tamamen eşimin zorlaması ile. O bir yıldır bu tatili bekliyormuş. Emekli olmuş, bütün yazı yazlıkta geçirme hayalleri kurmuş, zaten yaz bitiyormuş söylenmeleri ile beni bezdirip buraya geldik. Allahtan kardeşim yanlarında. Biraz öyle teselli ediyorum kendimi. Cumartesi günü önce annemlere uğradık, oradan da doğru Çeşme'ye geldik. Herhalde isteksizliğimden kaynaklandı, boğazlarım feci durumda. Sesim erkek gibi, boğazım sürekli yanıyor. Geçer diye sürekli ılık şeyler içtim, limon sıkıp, içine tuz koyup gargara yaptım ama banamısın demedi. Bugün antibiyotiğe başlıyacağım sanırım. Gelirken gelin kızımız da geldi bizimle birlikte. Günler yemek yapmak ve denize/havuza girmekle geçiyor. Bir de akşamları Çeşme'de dolaşmakla. Buraları çok serin. Akşam pike örtmeden uyunmuyor. Ama ben bu rutinden sıkıldım. Ben babamı görmek istiyorum. Aklım onlarda. İzmir sıcakmış, falan filan, o klimaları neden taktırdık o zaman? İşe yarasınlar, di mi?

Burada düzen de daha farklı oluyor. Sabah kahvaltıları 12 gibi. 4 gibi öğle yemeği, 9 gibi de akşam yemeği yeniyor. Her gün en az 3 çeşit tencere yemeği pişiyor. Izgara/mangal kısmı hariç. Ben daha sabahtan herkes uyurken 2 çeşit sebze yemeği yapıyorum. Yemekten önce de makarna ya da pilav gibi bir yardımcı yemek daha. Anca, 4 büyük 2 öğün yiyince evde sürekli bir yemek pişirme ve yeme halleri oluyor. Buna bir de denize girmenin verdiği iştah açıklığı da eklenince tutmayın bizi.

Her sabah önce verandayı yıkıyorum, çimenleri suluyorum. Sonra kuş sesleri eşliğinde b.sayarı açıyorum. Gerçi sıcaklar arttığından beri cırcır böceklerinin sesi kuşların sesini bastırmaya başladı. Bu saatler en sevdiğim saatler. Yalnızım ve etrafta insan sesi yok. Bir diğer sevdiğim olaysa akşam 7 gibi havuza girmek. Genellikle çoluk-çocuk gitmiş oluyor, pek kimse kalmıyor. Ben havuzda (genellikle yalnız) yüzerken kırlangıç ve serçeler uçarak pike yapıp havuzun suyundan içiyorlar. Nasıl güzel bir görüntü anlatamam. Onları takip etmek bile zevk veriyor insan.

Ben artık ufaktan ufaktan yemek işine girişeyim. Tatildekilere iyi tatiller, çalışanlara iyi mesailer, evde oturanlara iyi günler...

Cumartesi, Temmuz 03, 2010


Uzun süredir yazamadım yine. Ama bu kez sağlık sorunları nedeni ile. Babam bu yaz da ameliyat oldu. Artık her yazı deniz kenarı yerine hastanede geçirmeye başladık. Bu kez basit bir ameliyat olduğundan gırgır geçebiliyorum. Geçen seneki gibi kalça kırığı falan olsa bu kadar rahat yazamazdım bu konuda. Babamda bu kez de fıtık çıktı, hani şu Cem Yılmaz'da da olandan. Hatta kalkan balığının düğmelerinden yapıştırıp hiç doktora gitmeyelim diyorduk ama :)) Ha, bu kalkan balığı ne iş diyenler bir zahmet Cem Yılmaz seyretsin ya da bilenler bilmeyenlere anlatsın:))
İşin şaka kısmını geçersek, babam Mayıs ayı sonu gibi sağ kasığında yumurta büyüklüğünde bir fıtık olduğunu söyledi. Hemen doktora gittik. Doktor ayrıca sol kasıkta ve göbekte de olduğunu söyledi, yani 3 tane. Şok olduk tabi. Hemen ameliyat sırasına alındı. 15-20 gün içinde aradılar ameliyat için. Ama tabi öyle hemen ameliyat olamıyorsun. 2 gün de tetkikler sürdü. Tahliller, EKG, akciğer filmi, dahiliye doktoru, anestezi doktoru. Hepsi tamamlandı hastaneye yattı, bu kez orada üşüttü herhalde, hem alttan hem üstten gidiyor. Ameliyat yine ertelendi. Neyse ki hastanedeyiz, hemen serum bağladılar, ertesi güne bir şeyi kalmadı ama bu kez de çarşamba olmuştu ve o gün ameliyat yoktu. Perşembe günü ameliyat oldu, ertesi gün de (yani dün) sabahtan hemen taburcu ettiler. Şu an evde dolaşıyor, bitkin değil, iştahı açık, maşallah (lütfen burayı okuyan herkes tahtaya vurup kulağını çeksin ve 41 kere maşallah desin) hiç ameliyatlı gibi değil. Mesela dün sabah taburcu olunca saat 10.30 gibi evdeydik. saat 11'de ailece kahvaltıya oturduk, gülüş ahenk yedik, muhabbet ettik. Sanki evde hasta yok gibiydi. Ay, bi daha 41 kere maşallah diyor, dilimi ısırıyorum. İnşallah böyle de gider. 10 gün sonra tekrar hastaneye gidicez, bantları açılacak. Tabi dikkat etmesi, ağır kaldırmaması lazım artık. O konuda canının kıymetini hiç bilmez, ben de ona çekmişim gerçi. Ölecek duruma gelsek, yine de kuyruk her daim dik olacak, kimseden yardım istenmeyecek, kendi işini kendin yapmaya çalışılacak, kimseye eziyet vermemeye çalışılacak. Ama insan hastaneye gidince sağlığın ve yaşamın kıymetini daha iyi anlıyor. Bu güzel cumartesi gününde kimsenin moralini bozmak istemiyorum ama gerçekten herşey boş şu dünyada. Babamın yattığı odada 24 yaşında kanserli bir çocukcağız vardı. O çocuğun durumu, ana-babasının çaresizliğini görünce binlerce kere şükrettim durumumuza. Bırakın bir şeyler eksik olsun, birileri ne derse desin, yeter ki sağlığımız yerinde olsun, allah devasız dert vermesin, gerisi boş çünkü. İşin sonunda yalnızca yaşadığımız güzel anlar yanımıza kar kalıyor. Bakıyorum blog açacak ya da en azından okuyacak durumda olan hepimizin maddi durumları en azından orta sınıf düzeyinde. Herkesin kendine göre maddi anlamda bir şeyleri var. Daha fazla hırsın anlamı yok. Sarılın evlatlarınıza, sevdiklerinize, gerçek dostalarınıza. Hepsi ve siz de sağlıklıysanız geri kalan her şeye çare var.
Bu güzel Temmuz gününde herkese iyi tatiller, sağlık dolu günler...

Perşembe, Haziran 17, 2010

Dünya Kupası


Evde 2 adet erkek olunca, biri emekli diğeri de sınavlar nedeni ile evde olunca ben de Dünya Kupasını yakinen takip etmek zorunda kalıyorum. Gerçi benimki daha çok göz ucu ile arada bakmak.

Tv'nin Türkiye'de yeni yeni yaygınlaşmaya başlamasının da etkisi ile net olarak hatırladığım en eski Dünya Kupası 1974'teki kupadır. Finali Almanya( tabii o zamanki adı Batı Almanya) ile Hollanda oynamış ve Almanya Hollanda'yı 2-1 yenerek kupayı (maalesef) almıştı. Biz o yaz Bodrum'daydık ve ben erkek Fatma olarak kaldığımız M.ercan Pansiyonun alt katındaki hem yemek yenilen, hem tv seyredilen ya da yalnızca oturulan bahçesinde serin serin, tv'den babamla birlikte izlemiştim finali. İşte o finalde herhalde babamın da etkisi ile Hollanda'yı tutmuş ve maç sonunda çok üzülmüştüm. Bir diğer hatırladığım şeyse o kupada ilk kez bir Türk hakem, Doğan Babacan maç yönetmişti. Hey gidi günler hey. O zamandan beri her türlü uluslararası futbol turnuvasında, eğer Türkiye yoksa , Hollanda favorimdir. Dünya Kupalarında ise buna bir de Brezilya eklenir. Yani ikisinden biri kazansın da farketmez. Yürüyün be portakallarım (Hollanda), sambacılarım (Brezilya) kim tutar sizi.

Yukarıdaki resim, Dünya Kupasının resmi maskotu Zakumi adlı leopara ait. Ben de bu yazı için görsel bi şeyler ararken buldum ve öğrendim.

Zakuminin anlamını postu yazıp yayınladıktan sonra öğrendim, onu da paylaşayım dedim. Zakumi, Za ve kumi sözcüklerinin birleşiminden oluşmuş. Za: Güney Afrika Cumhuriyetinin uluslararası trafik kodu. Kumi: Afrika dilinde 10 demekmiş. Yani; Güney Afrika 2010'nun kısaltması. Bu da böyle küçük bir bilgi olsun.

Pazartesi, Haziran 14, 2010

İyi ki Doğdun Belgin




Canım arkadaşım, iyi ki doğdun, iyi ki varsın, iyi ki arkadaşım, dostumsun. Bu pasta da ne biçim deme sakın. İnternetten buldum, pırlantalı pastaymış, fiyatını yazmıyorum, hediyenin parası söylenmez, ayıptır diye:)))
Düşündüm, düşündüm, benim kokoş arkadaşıma da böylesi bir pasta yakışır dedim. Nice yıllara Belginim.

Cuma, Haziran 11, 2010

Gündem

Bugün internetten gelen bir mesajı sizlerle paylaşmak istiyorum;


"Bir hafta önce yurt dışında gazetecilik yapan bir arkadaşımla sohbet ederken AKP ve AKP’nin başı için dedi ki;

“Kendilerini kurtarmak için savaş çıkarmak istiyorlar.”

O gün bu cümle üzerinde fazla durmamıştım ama İsrail ile Türkiye arasında ki gelişen olaylara bakınca mümkün olabilir diye düşündüm.

Baykal’a kurulan tuzağın geri tepmesi ve Sayın Kılıçdaroğlu’nun ilk genel seçimden sonra gelecek Başbakan gibi yorumlanması AKP için adeta bir korku tünelinin giriş biletiydi.

Demokrasi ile şeffaf bir şekilde idare edilen ülkelerde bir seçimle gelip, başka bir seçimle muhalefete düşmek normaldir ama AKP için değil. Çiftçisini, işçisini, doktorunu, bakkalını, eczacısını, Ordusunu karşısına almış bir hükümet için iktidardan düşmek… Korkutarak susturdukları nın korku ortadan kalkınca ne yapacağını bilememek… Var olduğu söylenen gizli holdinglerin, onun-bunun üzerine kurulduğu anlatılan işletmelerin akıbetini bilememek… Yüce divan yolları ve arkalarında biriktirdikleri nefret… Talat giderken (delil bırakmamak için olsa gerek) bazı belgeleri yok etmeye kalkmıştı. AKP ve Başı, ne kadar kayıt dışı olsa da, birilerinin kayda almış olabileceği görüşmelerin ve sözlerinin ortaya düşmesi korkusu…

Anayasayı değiştiremeden, yargıyı kendi lehlerine fetva verecek ulema haline getiremeden iktidar ya elden giderse? Deliğin etrafında gezinmek, yüzlerce korumaya rağmen nefret dolu tepkilerden kurtulamamak…

16 Nisan tarihli yazısında Savaş Süzal şöyle diyordu:
“Gelelim Başbakan’ın iki günlük Washington temaslarına. Erdoğan ABD başkentine Pazar gecesi geldi. Pazartesi sabahı ise 4 milyon dolar bağışla George Mason Üniversitesi içinde kurulan bir bölümde düzenlenen ısmarlama bir konuşma yaptı. Salonun yarısı Türk geri kalanı Arap ve beş on Amerikalı vardı.
Bir de dikkatimizi çeken şey; Erdoğan’ın Washington’da İsrail lafını ağzına aldığını görmedik. Ne olduysa birileri kulağını mı büktü ne, hiç İsrail demedi. Pardon George Mason Üniversitesinde toplam 60 kişi önünde konuşurken son olarak söylemişti. Orayı da Türkiye’de, konferans verdim diye sattı. Aslında zirveye gelen liderler arasında kabile reisi gibi, çoluğu çocuğu, kızı oğlu, yedi sülalesiyle gelen tek lider bizimkiydi. Karısından ayrılmayan Fransa Devlet Başkanı Sarkozy bile yalnızdı.

İki günlük ziyaret sırasında oldukça garip şeyler de oldu. Örneğin bizim heyete 40 araba kiralanmış ve bunlara 200 bin dolara yakın para ödenmiş. Ayrıca heyet için otele Divan lokantasından 300 pide yaptırılıp gönderilmiş, adam başına 15 tane falan düşüyor.”

İşte bu Başbakan şimdi tutmuş “biz kabile devleti değiliz” diye bağırıyor. Biz kabile devleti değiliz de, siz kabile şeyhi gibi görüntü veriyorsunuz maalesef.

PKK saldırırken sınır ötesi harekat talebine ayak direyen Başbakan, kamuoyu baskısı sonucunda meclisten sınır ötesi harekat için yetki çıkartmak zorunda kalmıştı. Sonra ne oldu? “Bir de ABD’ye gidip konuşalım bakalım” diyerek kendi devletinin güvenliğini sağlama iznini ABD’ye bağlayarak kabile devletin kabile başkanı gibi hareket etmişti.

Kendi ordusunun başına geçirilen çuvaldan, üç MİT mensubunun Barzanicilerce derdest edilip şehit edilmesinden onuru incinmeyen ve hesap soramayan, o Barzani’yi de “kardeşim” diyerek kucaklayan bir Başbakan’ın bıyıkları gelip geçene yol olur.

İsrail’in Filistin Kurtuluş Örgütü’nü dağınık olduğu için kontrol edemediği ve Hamas’ın İsrail’in desteği ile kurulduğu iddialarını Başbakan’a anlatacak kapasitede bir danışmanı var mıdır acaba? İsrail Filistin’e saldırdığında o hayran oldukları Araplar’ın petrol fiyatlarının yükselmesi ve bu kirli savaşın getirdiği para nedeniyle Filistin için çözüm istemediğini Başbakan’a kim anlatacak? Yoksa biliyor da, kendisi de siyasi rantını mı yemeye çalışıyor?
Sayın Başbakan, size ve bu Filistincilere asla inanmıyorum! Neden mi?

İHH için alınan gemilerin para kaynağını geçsek bile, havada kalan ve cevap bekleyen çok soru var. Siz Irak’ta Müslümanlar öldürülürken daha rahat öldürülmeleri için ABD ve müttefiklerine Türk hava sahasını açmadınız mı? Iraklı Müslüman kadınlara tecavüz edilirken ABD’nin tecavüzcü, katil, sapık askerleri sağ salim memleketlerine dönsün diye dua etmediniz mi?

Çin Uygur Türkleri’ne katliam uygularken, Müslüman Türk kadınları kısırlaştırılırken “biz Çin’in bütünlüğünden yanayız” demediniz mi? Ermeniler’in ülkemize yasa dışı yollardan girip kaçak çalışmasına göz yumarken ülkemize sığınmış Çeçenler’in çocuklarını okutamadığını ve çalışma izinlerinin olmadığını bilmiyor musunuz? Sizin için Yunanistan’da baskı altında kalan ve Türk oldukları inkar edilerek kendi müftüsünü seçmesi engellenen Batı Trakya Türkleri bir şey ifade ediyor mu? Yunanistan geziniz sırasında Rum Pontus soykırım anıtı dikilerek atalarımıza iftira edildi ve siz bu durumdan hiç rahatsız olmadınız.

Sıfır terörle teslim aldığınız ülke yönetimi şimdi hangi noktada Sayın Başbakan? Terörü 1993 noktasına yeniden taşıdınız. Hatta daha da ileri götürüp şehirlere yaydınız. Siz geleli kaç Mehmetçiğimizi kaybettik bir bilginiz var mı? Şehirlerimiz PKK terörüne mahkum edildi. İstanbul’da, Ankara Ulus’ta patlayan bombalar ve parçalanan genç kızlarımız… Gözünüzde bir Filistinli’ye eşit olması için daha kaç bin Türk Vatandaşı şehit edilmeli Sayın Erdoğan?

Baydemir küfrediyor, siz sağırı oynuyorsunuz. DTP’li vekiller Türkiye’yi kan gölüne çevirmekle ve Türk Halkını diz çöktürmekle tehdit ediyor, gıkınız çıkmıyor. Evlat acısıyla birkaç kelam etmiş şehit babasını sıkılmadan mahkemeye verip mahkum ettiriyorsunuz. Bir damla vicdanı olan bu duruma isyan eder ama vicdanlar susmuş. Kuru ağaçtan düdük çıkar mı Sayın Başvekil?

Şehit cenazelerine katılıma yasak geliyor ama Filistin için Taksim emirlere amade. Şehit Mehmetçikler için bir damla gözyaşını göremediğimiz eşiniz Filistin için gözyaşı akıtmıştı. O Filistin ki, terör örgütlerinin Türkiye’ye saldırmak için eğitim aldığı yer. O Filistin ki; Ortadoğu ülkeleri ile yapılan bir toplantıda “Osmanlı Ortadoğu’dan ayrılalı kargaşa devam ediyor” diyen Türk konuşmacıya İsrailli yetkili ile birlikte itiraz ediyor.

İHH yardım gemisi gitmeden İsrail olacakları söyledi. İsrail nasıl bir devlettir ortada iken, AKP nasıl bir hükümettir ki, o insanları ateşe attı. Şimdi kalkmış ucuz nutuklar atıyorlar. Bizim Anadolu’da bunlar gibilerle “kendi başını düzemeyen gelin başı düzüyor” diye alay ederler.

Sizleri Irak’ta Müslümanlar katledilirken, Uygur Türkleri katledilirken, Mehmetçiklerimiz, fidanlarımız kahpe kurşunlarla şehit edilirken de Taksim’de, yardım konvoylarında görseydim inanabilirdim. Dahası yanınızda da yer alabilirdim ama; yüreği çatallı olanlara, katilin birini alkışlarken diğerini eleştirenlere, küçüğüne posta koyup büyüğüne tapanlara, kan üzerinden siyasi rant uman zavallılığa sadece acıyabilirim.

Ülkeler ekonomik tıkanmışlıklarda savaşı bir kurtuluş olara görmüştür. AKP yolun sonuna geldiğini ve baskı ile sakladığı yolsuzluk ve verdiği tavizlerin ortaya çıkacağını düşünerek paniğe kapılmış olabilir. Bir savaşı kendisi için kurtuluş çaresi olarak görebilir. Yalnız unuttukları bir şey var. Sürekli operasyon yaptırdıkları, yandaş ve devlet destekli basınlarına sürekli dövdürttükleri Ordu bunlar için savaşır mı?

Bir hatırlatma daha:

Sayın Başvekil, İngilizler'in özel yetiştirdiği casuslar Osmanlı topraklarında batıl olan KADERİYE tarikatını kurdu. Kaderiye mensupları şeytanın yolundan giderek günah işlemeyi de kadere bağlayıp Allah’ı suçlar. Siz tedbir almayarak madencilerin ölmesine sebep olan taşeronu aklayıp Allah’ı suçladınız ve batıl olan KADERİYE tarikatı mensubu gibi açıklama yaptınız. Osmanlı’nın çökmesine neden olan anlayışlardan birisi de İngiliz casuslarının dine soktuğu bu anlayıştır. Madem sizin kader anlayışınız bu, o zaman sizin anlayışınıza göre biri çıkp ta, İsrailliler’in yardım gemisine saldırıp ölümlere sebep olması da bir kaderdir derse ne diyeceksiniz( !)? İşte bu yüzden büyüklerimiz diline hakim olamayıp aklına geleni konuşanlara; “Dilim, sensin zorum” demiştir.

İsrail terörist bir devlet gibi davranmıştır, Filistinliler’e yaptıkları bir insanlık suçudur. Hepsi tamam ama “kendi başını düzemeyenlerin gelin başı düzmeye kalkması” trajik bir durumdur.

Pek Sayın Erdoğan ne yaparsa yapsın, yolun sonu görünmüştür. Korkunun ecele faydası yoktur. Asiye nasıl kurtulur filmi gibi AKP’nin nasıl kurtulacağı bu milletin derdi değildir! Bu ülke ancak ve ancak kendi bekası için savaşır. Tayyip Bey çok meraklıysa Filistin’e başbakan olabilir.

AKP ve BOP Eş Başkanının mecburiyetleri Türk Halkı’nın mecburiyeti değildir! Bu da böyle biline. "