Cuma, Eylül 29, 2006

YaÄŸmur=Afat

Dün gece İzmir'i sel götürdü. Gündüz azar azar çiseledi hatta bir ara (ki o aralar nedense hep benim dışaıda olduğum saatlere denk geldi) arttı yağmur. Ancak akşam saatleri başlayan ve gökgürültüsü-şimşek eşliğinde yağan yağmura biz afat desek daha doğru olur. Kelimenin tam anlamı ile bardaktan pardon kovadan ya da en iyisi biz damacanadan boşalırcasına diyelim. Bu evimizdeki (ciddi anlamda) ilk yağmur olduğundan ve de ev en üst kat olduğundan biraz da endişeli bir şekilde tüm gece evin tavalarına baktık ama şükür akan kokan olmadı. Fakat saat 8'e doğru telefon geldi. Görümcemin evini lağım basmış. Evet su falan değil lağım. Evi zemin dubleks. Yağmur suyu ile dolan kanalizasyon boruları geri tepmiş. Zemindeki tuvaletten bütün milletin lağım suları eve. Salonun yarısı, mutfak her yer affedersiniz bok içinde yüzüyormuş. "N'olur,bana acil bir tesisatçı bulun" dedi. Şansına bizimki yağmurdan dolayı dükkanı kapatmamış. Adresi verdim, gitmiş. Bu arada biz de evden çıkamıyoruz. Bizim sokak tam Venedik olmuş. Bir gondol eksik. Arabaların kapısı ile beraberdi su seviyesi. Neyse ,tesisatçı bakmış,"Abla,bu itfaiyenin işi. Onları çağırıp suyu vidanjörle çektirin" demiş. Fakat heyhat! Tüm İzmir'i sular bastığından itfaiye gelememiş. O saatte her zaman eve gelen kadınını bulmuş. O gelmiş.Evi temizlemişler ama halılar batmış tabi.Bugün halıları yıkatmaya gönderdi. Evin fotoğraflarını çekmişler. Diğer zararları da sigortadan alacak ama o üzüntü ve yorgunluk hepsinden beter. Bazı şeyler para ile karşılanmıyor.

Sabah da kiracı telefon etti. Benim 13 yıl oturduğum ve bir damla su akmayan ev dün gece akmış. Salon,mutfak ve 2 oda su içindeymiş. Bir tek banyo ile yatak odasında sorun yokmuş. Kiracımız çok iyi bir hanım. Bir üst katımız yarım çatıydı. Geçen yıl alanlar tadilat yapıp çatıyı tam kata çevirmek istediler. Ama şu an tadilat yarım. Oradan kaynaklanmış. O evin sahibi ile kendi de görüşmüş ama rica etti siz de arayın diye. Ben pek öyle sert konuşamam.Eşime havale ettim. O da "Ya bugün o meseleyi halledin ya da tadilatı onayımız olmadan yaptınız,belediyeye şikayet ederim" diye biraz tehdit etmiş. Umarım işe yarar da kadıncağız bu dertten kurtulur. Çünkü meteoroloji bu gece için de yağmur dedi.

Dün annemdeydim. Teyzeme çıktık. Teyzem iyileşmiş, yemesinden belli. Hadi şunu yapalım çayın yanına, bunu pişirelim diyor. Halbuki 1-2 haftadır ekmek-peynirden başka bir şey yiyemiyordu.Çok şükür. Yeryüzünde sağlık, enbüyük varlık (lütfen melodisi ile söyleyin arkadaşlar)

Pazar günü kayınvalidem ile kayınpederim artık yazlıktan dönüyorlar. O akşam onları iftara alırım. Alt kattaki eşimin teyzesini ve onda misafir olan bir yakınımızı da çağırırım. Pazar günü biraz koşuşmam gerekecek. Saatli olduğu için biraz stres yapıyorum. İnşallah alnımın akı ile çıkarım.

Herkese iyi haftasonları, iyi tatiller

Pazartesi, Eylül 25, 2006

Pazar Kopyası

Bugünkü post konumu Age35'den kopya çekiyorum. Pazartesi sendromu ya da pazardan nefret edenler klübü.

Pazar günü denince ilk aklıma gelen görüntü; 6-7 yaşlarım. Daha tv yok. Bir pazar günü. Yağmur şakır şakır yağıyor. Babam pencereye karşı divana uzanmış.Radyo açık ve Orhan Ayhan dıgır dıgır dıgır maç anlatıyor. İnanın her sefer bunlar aklıma gelir ve tüylerim diken diken olur. Zaten bir kadın olarak futbolu sevmiyorum. O her pazar aynı spikerden taramalı tüfek hızıyla maç dinlemek bir eziyetti. Hala da o adamcağızın sesini hiç sevmem. Bazen tv'de birşeyler anlatırken rastlıyorum ve ışık hızı ile kanalı geçiyorum. O zamanlar da pazarlar çok sıkıcıydı.

Sonra ortaokul yıllarım geliyor. Artık tv var. Ama pazar günleri saat 2 ya da 3'den sonra başlıyor. O saate kadar kahvaltı ve gazete ile oyalanıp sonra hiptonize olmuş gibi aralıksız tv seyrediyorum. Telemaç, kutu kutu, Güneş Tecelli, rahmetli Cenk Koray, Tansu Polatkan, Alman kasabalarında yapılan eğlenceli yarışlar, Bonanza. Ama yine de hep bir iç sıkıntısı ile. Yarın okul var.Pazarlar çok sıkıcı

Sonra lise yılları. Artık tv çok ilgimi çekmiyor. O yaşlarda hep olur. Çok sıkı dost 2 kızız. Sürekli bir araya gelip platonik aşklarımızdan söz ediyoruz. Pazarları da kah o bizde, kah ben onlarda bol muhabbetle geçiyor. Yine de hep aynı iç sıkıntısı. Yarın okul var. Pazarlar çok sıkıcı

Üniversitede pazartesi sendromu çok fazla değil. Çünkü okul daha çok arkadaşlarla bulışmak için gidilen bir üs. Üstelik biz iktisatçılar öğleden sonra gidiyoruz. Sabahtan işletmeciler gidiyor okula. Orada buluşup, gideceğimiz yerlere oradan dağılıyoruz. Devam zorunluluğu olmadığı için düzenli birilerinden notları alıp fotokopi çektirmek ve sınavlara girmek yeterli. Pazarlar yine çok sıkıcı. Ah, pazartesi olsa da okula gitsem:))


Sonra işe giriş. İş kadını ve bekar.Tekrar hoşgeldin pazartesi sendromu. Sabah erken kalkılacak. İş var. Üstelik liseye giden sevgili kardeşim, her pazar sorduğum "Bak, yarına İngilizce ödevin var mı? Bana akşam saati ödev çıkarma" uyarılarını her seferinde "yok" diye geçiştiriyor.Sonra da tam gece 11 civarı "ablaaa!" diye feryat edip ödevleri yapmam için veriyordu. Yani duble stres. "Oğlum benim uyumam lazım" "Ya, söz ablacım benim, bu son" Tabi sadece o hafta için son. Her pazar aynı senaryo tekrarlanır mı ? Bizim evde, EVET. Ben salak mıyım? EVET. Her pazar bak bu son deyip ertesi pazar gene paşa paşa ödevleri yapan kim? BEN. Kardeşimi seviyor muyum? ÇOK. Yarın iş var, ondan önce pazar gecesi yapılması gereken İngilizce ödevi var. Pazarlar çok sıkıcı.

İş kadını ve evli ve çocuklu. Aman allahım. Pazartesiye yetişecek ne çok şey var. Eskiden pazartesi sabahı herşeyini ütülü bulan ben, şimdi kendim dışında 2 kişinin daha giysilerini hazır ediyorum. Çocuk küçükken anneanneye götürürken hazırlanan o devasa çantalar (günlük giysiler, gezmeklik giysiler, bezler, biberonlar, oyuncaklar, herşeyin birer takım yedeği,) Çocuk okula başlayınca, onun ödevleri, okul önlüğü, eşin giysileri, kendi giysilerin,haftaiçi için 1-2 yemek hazırlama. Artık pazarlar yetmiyor. Sıkılacak zaman bulamıyorsun.Ama yine de ertesi gün iş olması bile insanın yüreğinin üstüne bir ağırlık oturtuyor. Pazarlar sıkıcı

Şimdi emekli ve evli ve çocuklu. Oğlum ödevlerini kendi yapıyor. Ütü haftaiçi hallediliyor. Çok fazla iş yok üstelik pazartesi bana iş yok ama pazarlar yine çok sıkıcı.

Pazarları nereye gidersen git, nerede gezersen gez, akşam olup ta eve dönünce o sıkıntı gelip yüreğinin üzerine çörekleniyor ve pazartesi akşamı olmadan da geçmiyor. Bu sendromun tedavisini bulan yüzyılın adamı olacak. Nerde o ? Çabuk çıksın ortaya..

Cuma, Eylül 22, 2006

Hastane Günleri

Teyzem hastalandı. Sürekli ishaldi. En son gaytada pembelik görünce kulaktan dolma ilaçlarla bunu geçiremeyeceğini anladı ve doktora gittik. Pazartesi günü oturdukları semte yakın özel bir hastaneye gittik. Doktor kontrol etti ve ertesi gün için kolonoskopi yapacağını söyledi. O gün yalnızca bedenen biraz yoruldu. Çünkü teyzem 78 yaşında ve ayak ağrılarından dolayı yanında destekle bile neredeyse sürüklenerek yürüyor. Hastaneye gitmek , gelmek biraz yordu.Tabii ishal de devam ediyor. Kolonoskopi için doktor laktasif(doğru mu yazdım,emin değilim) ilaçlar verdi. Zavallım o gece 10'dan sonra sürekli tuvalete taşınmış. Sabah 9 gibi hastaneye gittik. Bir iğne ile bayılttılar. Bu arada tüm işlemler sırasında ben de yanındayım. Çünkü giyinip soyunmasına falan hep ben yardım ediyorum. Yaşlanınca insanın hareketleri de yavaşlıyor. Bir ayakkabı çıkarmak bile dakikalarca sürebiliyor. Neyse işlem bitti. Doktor önemli birşey olmadığını, iltihap olduğunu ama yine de aklımızda birşey kalmaması için parça aldığını ve biyopsi yaptırmamızı söyledi. Daha sonra da baygın yatan teyzem için " Hastanızı üst kata çıkarın.1 saate kadar ayılmazsa tekrar bu kata getirin" dedi. İyi ki oğlu ve babam yanımızdaydı. Kızdığım nokta, doktorlar herkesin kendileri gibi herşeyi bildiğini sanıyorlar. Eğer ben böyle bir şey yaptıracak olsaydım tek başıma giderdim. Bu durumda ben herhalde o masada ayılana kadar yatmak zorunda kalırdım. Teyzem uzun boylu ve kiloludur. Oğluyla birlikte önce tekerli sandalyeye koyduk. Üst katta da yatağa kollarından ve bacaklarından tutarak ikimiz yatırdık. Neyse 1 saat sonra kendiliğinden ayıldı. Bu yaşa kadar hayatında hiç narkoz almamış. Onu çok etkiledi.Hastanede asansör olduğu için problem yoktu ama evi 3. kat ve asansör yok. Bir sandalyeye koyup, 2. kata anneme kadar taşıdık. Üst kata çıkarmaya artık gücümüz yetmedi. Orada akşama kadar yattı. Ama giderek açıldığı belli oluyordu. Artık iyice açılınca eve gelip doğru banyoya girdim. Üzerimdeki herşeyi kirli sepetine, ben de banyoya. Hastaneye gidip geldikten sonra ben çok kötü oluyorum ya. Herkes benim gibi mi acaba? Kendimi inanılmaz mikroplu, pis,ne bileyim çok kötü hissediyorum işte. Dün de patoloji sonucunu aldık. O da iltihap diyor. Şükür , kötü birşey yok. İlaçları yazıldı. Onları almaya başladı. İnşallah kısa sürede düzelecek.

Kısacası benim bu haftamın neredeyse tamamı hastane köşelerinde geçti. Allah ne eksik etsin ne de muhtaç etsin. Zaten hiç sevmem ne doktora gitmeyi ne de hastaneyi. Uzun bir süre inşallah uzak olur bize.

Pazartesi, Eylül 18, 2006

Åžimdi Okullu Olduk

Bugün okullar açıldı. Bloglardaki pek çok anne için bugün çocuklarının ilk kez okula gittiği gün. Tüm yeni başlayanlara, devam edenlere ve benim Lise 2'deki koca eşşek gibilere başarılı bir öğretim yılı olur inşallah.

Ev birden bomboş oldu sanki. Tüm yaz oğlumla birlikte olunca bu sabah yalnızlık biraz zor geldi. Tek iyi yanı, saat 12 ve hala bilgisayar ben de. Yoksa bu saatte imkanı yok bana bırakmazdı.

Haftasonu kayda değer hiçbir şey yoktu. Görümcem bizde kaldı. Yedik,içtik, muhabbet ettik ve yan geldik yattık. Dün onlar 2 kardeş Foça'ya gitti. Bense koca tınazlar gibi ütülerimi yaptım. Ama bu hafta rahatım hiç olmazsa.

Cuma, Eylül 15, 2006

İyi ki Doğdun Canım Kardeşim

Bugün de canım kardeşimin doğumgünü. Onu nasıl deliler gibi istemiş, sonra nasıl deliler gibi kıskanmış ve sonra da nasıl anası gibi sahiplenmiştim. Genelde çocuklar kardeşlerinin hemcinsi olmasını ister ama ben hep bir erkek kardeş istedim. Beni gelecek yeni kardeşe hazırlamak için Fuar'a gittiğimizde (doğmasına 1 ay falan kalmıştı) bana bir ambulans almışlardı. Sonra da "kardeşin bununla gelecek" demişlerdi. Kardeşimin adını ben koydum. Daha kardeşin olacak dediklerinde hiç tereddütsüz " x geliyor" dedim ve adı öyle kaldı. Hep o ambulansı halının kenarlarında sürer ve kardeşim geliyor, x geliyor diye oynardım. Hatta babaannem" ya kardeşin kız olursa " dediğinde çok bozulmuş, bu ihtimali düşünmemiştim bile. Galiba allah küçük çocukların kalbine göre veriyor.

Annem beni de , kardeşimi de evde dünyaya getirdi. Bunda o zamanki hastanelerde meydana gelen bebek karışması olaylarından duydukları korkunun payı var. O gün annem sancılanınca babam, hastaneyi arıyor. Hastaneden bir ebe ambulansla geliyor. (Bak, bana malum olmuş ambulans olayı) . Ebenin elinde bir çanta( Bunu niye yazdığımı alttaki satırlarda göreceksiniz) Tabi ev kalabalık, anneannem, annemin 2 teyzesi, ciciannem(annemin çocukluk arkadaşı) Beni kapı karşımızdaki bakkala gönderiyorlar. Sağolsun rahmetli Tevfik beyamca beni kapıda oyalıyor. Sonra "gel , kardeşini gör " diyorlar. Eve gidiyorum ama bu gelen küçücük bir bebek. Eee, benimle nasıl oynayacak bu şimdi? Sonra bütün gün uyuyor, meme emiyor, gene uyuyor.Ben çok bozulmuşum. Bir de bakkala gidip "Ebe gelirken bebeği çantada çok sıkıştırmış, saçları ter içindeydi" diye anlatıyormuşum. Ben çok safmışım çocukken ya. İzlediğimiz Türk filmlerinde öpüşme sahnesi bile olmazsa bebeklerin de çantada getirildiğini düşünürüz tabi. Şimdikiler işin detayına giriyorlar.

Kardeşim çok uslu bir bebekti. Yatması, kalkması, meme emmesi herşeyi dakikti. Ama annem hep söyler, o kendi yaptı bunu, annem özel bir uğraş göstermedi bunun için. Sonraki yıllarda ise kardeşim oğlum gibi oldu. İlkokula başladığı yıl ben Orta2'deydim ve o yıllar ortaokullar ilkokullardan geç açılıyordu. 2 hafta annesi gibi ben gittim, sırada yanına ben oturdum. Okula ben alıştırdım. Sonraki yıllarda da tüm ödevlerini ben yaptım. Sadece ders çalıştıramazdım. O da benim sabırsızlığımdan ve öğretme yeteneğimin olmamasından kaynaklanıyor. Her ders çalıştırma teşebbüsüm defterlerin havada uçuşması ve benim " bi daha sana ders çalıştırmıycam" , onun " bi daha senden ders çalıştırmanı istemiycem" çığlıkları ile son bulurdu. Ama hiçbir zaman öyle ciddi bir kavgamız olmamıştır.

Ben 16 yaşlarında , o da 10 yaşlarında beraber bir yerlere giderken yolda birileri bana laf atardı. O da pazar sabahı tam tüm aile kahvaltı sofrasında başlardı" söyliyeyim mi, söyliyeyim mi?" demeye. Babam meraklanır" söyle bakalım" derdi. O da " baba, işte şu gün şurda bi oğlan ablama şöyle şöyle dedi" diye beni müzevirlerdi. Ben tabi yerin dibinde, kıpkırmızı. Utanırdım babamdan. Babam da olayı geçiştirirdi. Ben gene de bi şey yapamazdım kardeşime.

Büyüdü, ben çalışmaya başladım , o daha lise sondaydı. Tabi bu kez manevi desteğin yanısıra maddi destek te olmaya başladım. Görüp beğendiğim şeyleri alır, getirir ona sürpriz yapardım. Bir de onun " erkekler kırmızı giymez, şunu takmaz" gibi alışkanlıklarını kırmak için özellikle bazı şeyleri onun sevmediği şeylerden alırdım. 1-2 hafta inat etse bile daha sonra inadı kırılırdı. Hiç unutmuyorum, ona kırmızı, yakası beyaz adidas bir tişört almıştım. Haftalarca kırmızı giymem diye yüzüne bile bakmadı. Annemle ona tuzak kurduk.Annem hiçbir tişörtünü yıkamadı. O gün dışarı çıkacak evde tek temiz tişört yok. Annem sanki çok sıradan bir şey söyler gibi " Oğlum, o ablanın aldığını giyiver bugünlük " dedi. İstemeye istemeye giydi ama sonra bir alıştı, pir alıştı. Sırtından çıkarmadı. Eee, kadının fendi olayı.

Kardeşim 2003'den beri iş ve evlilik nedeni ile İstanbul'da. Gurbet çok zor. Annecim 20 yıl kardeşine hasret kalmıştı. Sanırım biz de aynı olucaz. Umarım bir gün yolları yine İzmir'e düşer. Burada olurlar. Annemle teyzem gibi biz de yaşlılığımızda birlikte oluruz. Kardeş bambaşka. İnsanın ömrünün tanığı oluyor. Aynı yerler, aynı insanlar, aynı mekanlar.

Ooooo, yaz yaz bitmez. Canım kardeşim seni çok seviyorum. Eşinle, çocuğunla, bizlerle ve tüm sevdiklerinle geçireceğin uzun, sağlıklı, başarılı, mutlu ve huzurlu nice yıllar diliyorum.Herşey gönlünce olsun.

Ä°yi ki doÄŸdun, iyi ki benim kardeÅŸimsin.

Salı, Eylül 12, 2006

Doğumgünün Kutlu Olsun Anneciğim

myspace layout
Bugün annemin doğumgünü. Herkes için annesi dünyanın en iyi, en güzel, en fedakar, en, en, en annesidir. Benim annem de benim için en iyi, en güzel, en fedakar,annelerin annesi yani en bi endir. İyi ki doğdun anneciğim, iyi ki annemsin. Allah sana sağlıklı daha nice seneler versin.

Pazartesi, Eylül 11, 2006

Hüzün

Sonbaharın geldiği dün kesin olarak ve de dankkk diye kafama dank etti. Gerçi ilkokul 2'den beri sonbaharın Eylül ayı ile birlikte başladığını biliyoruz ama biyolojik sonbahar dün geldi bana.

Cuma akşamı Çeşme'ye gittik. Giderken bir sürü hazır meze , mangallık malzeme falan aldık. İzmir'in sıcağından sonra serin serin akşam soframızı kurduk. Ben yine klasik light biramı içtim. Cumartesi günü hava fena değildi. Havuza girip, güneşlendik oğlumla. Ama dün, ah dün yok mu? Zaten sabaha karşı uyandım ki bir uğultu, bir uğultu. Sanki Rüzgarlı Bayır ya da diğer adı ile Uğultulu Tepeler romanı burada geçiyor. Neyse gene uyumuşum. Ama sabah uyandım bir baktım hava bulutlu, rüzgar deli deli esiyor. Bu arada baktık, sitedeki herkeste hummalı bir faaliyet. Bu hafta herkes evlerini kapattı. Biz bile haftaya son bir kez geliriz derken, akıma uyduk herşeyimizi derledik, topladık. Bu işte çok uzun sürüyor. Buzdolabını boşalt, erit, temizle, halı ve yollukları topla, gidecek herşeyi poşetle, çekmeceleri aç, pencereleri içerden aç ki ev rutubet kokmasın. Ama işin doğrusu beni bunlar yormadı. Yorulan gönlüm oldu. Oğlum bile saat 3 gibi sıkıldım gidelim demeye başladı. Zaten havuza ya da denize girmenin imkanı yoktu. Saat 4 gibi yola çıktık. Koca site bir anda boşaldı. Evler kapatıldı, sadece bekçi aileler kaldı. Sitenin o terkedilmiş görüntüsünün üstüne bir de hava da kasvetliydi. Nasıl burukluk çöktü üzerime anlatamam. Gerçi eve gelince bu kez getirdiklerimizi boşaltmaya çalışırken geçti o burukluk. Birşeyler atıştırıp sonra da eşimle yürüyüşe çıktık. İzmir sıcaktı. Sahil esiyor ama içerleri sıcak. Yani İzmir hala yazı yaşıyor. Bu da benim tesellim.

Bugün temizlik var. Normalde salıları ama yarın önemli bir gün, o gün boş olsun diye temizliği bugüne aldım. Ne olduğunu yarın yazarım, günün anlam ve önemine uygun olarak. Birazdan çıkıp banka işlerini halledicem. Aslında oğlumla çıkıp ona okul için pantolon, ayakkabı ve ayrıca spor ayakkabı almamız lazım ama sanırım gene beni son dakika koşturtacak. Hepsini cumartesi günü yapmaya çalışıcaz. Neyse daha haftaya pazartesiye oooh çok var.

Cuma, Eylül 08, 2006

Festival

2 haftadır her gece yemekten sonra eşimle sahilde hızlı tempoda 1 saat kadar yürüyoruz. O tembellik etse ben "hadi" diyorum,ben gevşeyecek olsam, o bana "hadi" diyor. Eveli akşam aynı sahilde bir baktık Kıraç konseri var. Meğer festival varmış. Nasıl doluydu heryer anlatamam. Konserin yapıldığı yer bir meydan ama çevresi yeşillik. Millet çimenlere yayılmış.Aileler, gençler, sevgililer, ufak çocuklar. Kimisi bir örtü ya da kilim getirmiş , yayılmış oturmuş. Bazıları yiyecek ve içeceklerle gelmişler. Zaten heryer seyyar satıcı kaynıyordu. Çiğdemciler(yani ayçekirdeği) , sucular, meşrubatçılar, darıcılar(mısır,mısır o) , baloncular. Gerçeğini görmedim ama resimlerinden gördüğüm kadarı ile Central Park gibiydi.

Dün gece ise Hande Yener vardı. Ama Kıraç kadar seyirci toplayamamış . Çünkü bir gece önce oradan geçerken insanlara çarpmamak için tempomuzu düşürmüştük. Dün ise önümüz açıktı, aynı tempoda yürüdük.

Bugün inşallah akşamüzeri yazlığa gidicez. Artık son haftalar. Havalar iyice serinlemeden son kez bi suya banıp çıkalım bakalım. Ah gözünü sevdiğim güzel yaz. Çok çabuk geçiyo ya. İtirazım vaaarrr!!!!!

Salı, Eylül 05, 2006

Anneannemin Hayatı

Dünkü yazımda annemle babamın evliliklerinden ve aşklarından söz etmiştim. Onu yazmak istiyordum ama önce anneannemden başlayayım dedim. O da ayrı bir irade abidesidir rahmetli.

Anneannem 1908 yılında Selanik'te doğmuş. Selanik'in içinden, hatta o zamanki adı ile İslahane mahallesi, Mithatpaşa Caddesinde oturuyorlarmış.Evin en büyük çocuğu. Zaten 3 kızkardeşler. Mübadele ile birlikte 1922'de İzmir'e geliyorlar. Geldiklerinde anneannem henüz 14 yaşında. İzmir'e gelince şok olmuşlar. Çünkü Selanik'te elektrik var, elektrikli tranvay var, çok modern bir kent. Burada hala gaz lambaları ve atlı tranvay.

Dedem ile annenannem amca çocukları. Dedemin babası ölürken çocuklarını (onlar da 3 kardeş,2 erkek 1 kız) diğer amcaya emanet ediyor. O amca da el kızı yeğenlerimi üzer diye hiç evlenmiyor ve dedemle ,kardeşlerini büyütüyor. Neyse annenannem 18 yaşına geldiğinde birileri istiyor ve nikah hazırlığı için nüfüs cüzdanı erkek tarafına gönderiliyor. Meğer dedem içten içe anneannemi severmiş. Zaten birlikte büyümüşler. Gerçi aralarında 10 yaş var. Neyse dedem, amcasına durumu anlatıyor .Amcası da diğer kardeşine yani anneannemin babasına durumu söyleyince babası anneannemi dedeme veriyor. Anneannem bir süre "Bugüne dek ben ona x abi dedim,şimdi nasıl adı ile hitap ederim" diye bocalıyor. Ama dedem çok romantik ve kadın ruhundan anlayan biriymiş. Konuşmaları, yaklaşımları ve hediyeleri ile anneannemin gönlünü almayı biliyor. Önce evlilik ardından önce teyzem, 7 yıl sonra annem doğuyor. Bu arada dedemlerin marangozhaneleri var Kemeraltında. Ama işler ters gidiyor , dükkanı kapatıyorlar ve bir süre çeşitli yerlerde çalışıyor. En son Turyağ'a giriyor ama daha 1 sene bile olmadan ve annem daha 7 yaşındayken dedem kalp krizi geçirip ölüyor. Dedemin erkek kardeşi çalışmayan, haylaz bir tipmiş. hazır yiyici. Önce anneanneme nasıl geçineceğini soruyor. Sonra ona zengin bir ailenin yanında hizmetçilik işi buluyor. Anneanneme çocuklar benle kalır. Sen yatılı olarak çalış. Ayda bir gelir çocuklarını görürsün diyor. Anneannem kabul etmiyor. Çocuklar zaten babalarını kaybetti,bir de ben terkedersem çok üzülürler diyor. Amca buna çok kızıyor ve hemen malların satılıp paylaşılmasını istiyor. Topu topu 1 ev var. Zaten o zaman mal para etmiyor. Ev satılıyor, amca parasını alıp onları terkediyor. Anneannem bir süre ne yapacağını bilemiyor ama sonra kendini topluyor. Dedemin son çalıştığı yer olan Turyağ'a gidip işe başvuruyor. O yıllarda işyerleri ölen personelin eşi ya da çocuklarını uygun bir kadroya yerleştiriyorlarmış. Ve o güne dek ekmek almak için dışarı çıkmamış , mahalle mektebi dışında okula bile gitmemiş bir kadın 34 yaşında iş yaşamına giriyor. Başta çok çekiniyor, korkuyor. Dul olduğu için özellikle çirkin, kapalı giyinmeye çalışıyor. Zamanla hepsini aşıyor ama tabi zor günler geçirmiş. Bu arada dedemden kalan para ile başını sokacak bir ev alıyor. Kız çocuklarım var, sokakta kalmayalım diye.

Anneannem hayat dolu, neşeli, gezmeyi çok seven biriydi. 55 yaşında emekli olduktan sonra yazları bizle ,kışları teyzemle oturdu. Teyzem hep gurbetteydi. İzmir'e özellikle yazları gelirdi, sıcağı, hareketliliği nedeni ile. Bir de tabii her yaz bizim tatile gitmemiz nedeni ile. O da bizle gelirdi. Ömrünün sonunda Bodrum, Marmaris, Fethiye , heryeri gördü. Gezmeyi çok severdi. Sinemaya, tv'ye bayılırdı. Dedem için o yüzden çok üzülürdü. Hiçbir yer , hiçbir yenilik göremedi derdi. Hep bizlerle haşır neşir olduğundan son moda pop şarkıların hepsini bilir, o şarkıcılara kendince adlar takar, sonra da bize çal şu kara oğlanı ya da ne bileyim çal o süslü kadının şarkısını falan derdi.

Bence çok erken öldü. Henüz 69 yaşındaydı ama bu sıkıntılar onu yıpratmıştı. Yüksek tansiyonu vardı. Ölümü bile ani oldu. Gayet iyi olduğu bir akşam yattı, sabah kalkamadı. Onu yatağında uyur bulduk. Nur içinde yatsın. Çok özlemişim annenannemi.

Pazartesi, Eylül 04, 2006

Annem,şükür daha iyi. Tansiyonu düştü ama o günlerde vücudu çok sarsıldığı için yorgun. Sürekli yatıyor, dinlenmek istiyor. Doktoru ile her zaman telefon temasındayız. Çarşamba gelince de ilk iş annemi ona göstereceğiz. Babam da çok üzgün. Onların ki çok eski, uzun ve meşakkatli bir aşk olduğu için ne kadar didişseler de, küsüşseler de birbirlerini seviyorlar. Kısmetse Ekim'de 48. evlilik yıllarını kutlayacaklar ama öncesini bakarsan birbirlerini 55 yıldır tanıyorlar. Onların hikayesini de ayrı bir postta yazarım.

Evlenip Ankara'ya yerleşen bu yüzden çok uzun aralıklarla görebildiğimiz bir arkadaşım, dostum 30 Ağustos tatilinden yararlanarak Kuşadasına tatile gelmiş. Cuma günü sırf görüşebilelim diye 2 saatliğine Kuşadasından buralara geldi ve döndü. 2 saat bile olsa onu görmek, birlikte muhabbet etmek çok güzeldi. Daha da güzel olanı sanki dün ayrılmışız gibi kaldığımız yerden muhabbete devam edebilmemizdi. O gün ondan ayrıldıktan sonra tekrar anneme gittim. Aklım oradaydı çünkü. İyiydi, şükür.

Annem rahatsız olduğu için haftasonu hiçbir yere gitmedik. Zaten hava da serindi, rüzgarlıydı. Cumartesi öğleden sonra vapurla Konak'a geçip, uzun süredir dolaşmadığımız Kemeraltı'nda dolaştık. Akşam da Bostanlı'da bir yerlere gidip yemek yedik.

Pazar günü ise eşim Foça'ya gidip annesi ile babasını İzmir'e getirdi. Bazı işleri varmış yapılacak. Haftasonuna tekrar dönecekler Foça'ya. Orayı seviyorlar. Kasım olmadan temelli dönmezler. Ben de biraz evi toparladıktan sonra 1-2 saatliğine anneme gittim. Akşam yemekten sonra eşimle yürüyüşe çıktık. Havalar serinledi, artık yürünebiliyor. 1 hafta önce adım atmak işkenceydi. Gerçi yaz bitiyor diye de hüzünlenmiyor değilim. Sonbaharı hiç sevmem. Ruh karartıcı, kasvetli bir havası vardır. Depresif bir mevsim. Bir an önce kış gelsin bari. Kışı severim çünkü arkasından bahar geliyor. Üstelik ben kış doğumlu biriyim. Yılbaşı da var. Bu yıl yılbaşı ile Kurban Bayramının ilk günü aynı gün, 31 Aralık. Programlarınızı ona göre ayarlayın şimdiden. Erken demeyin, zaman hızla akıyor. Bir bakmışsınız 31 Aralık olmuş bile.

Cuma, Eylül 01, 2006

Canım sıkılıyor canım

Çoook uzun zamandır yazmadım, yazamadım. Hem zamansızlıktan hem de isteksizlikten. Önce nişandan başlıyayım.

Cumartesi sabah erkenden kalktım, kahvaltıdan sonra Göztepe'ye (bir Karşıyakalı olarak kuaförüm Göztepe'de , n'olur kızmayın bana Karşıyakalılar) gittim. Röfle, kesim, fön derken 4 saat geçmiş. Tekrar Karşıyaka'ya geldim, fotoğraf makinasına film falan gibi ıvır zıvır bi şeyler aldım, doğruu eve. Zaten giyindim, eşim giyindi derken saat 7.30 olmuştu. Annemlere gittik. Teyzem, kuzenler(biri müstakbel damat oluyor) ,annem,babam, ciciannem( annemlerin gençlikten beri arkadaşı,hepimizde emeği vardır.O yüzden hepimiz ona cicianne deriz) ve eşi hepbirlikte kız evine gittik. Ha, bu arada yolda durduk çiçek yaptırdık falan saat 21.15'de ancak vardık kız evine. Kızcağız vaz mı geçti diye düşünmüştür herhalde. Biz 9 kişiydik, onlar 23 kişiydi. Eniştem yıllar önce öldüğü için babam istedi kızı babasından. Yüzükler takıldı, yenildi, içildi. Yalnız yenildi kısmını abartmışlar. Hani derler ya, kuş sütü eksikti sofrada. Gece 1'e yakın eve döndük.

Pazar günü Foça'ya kayınvalidelere gittik. Orada da öğle yemeği yiyip akşamüzeri geri döndük.

Çarşamba 30 Ağustos tatil olduğundan (yani evin tek çalışanı eşime) Salı sabahtan canım arkadaşım F, kızı C, oğlum ve ben Çeşme'ye gittik. F'nin oğlu L bu yıl OKS sınavına girecek ve dersanesi başladı. Dersane 7'de bittiğinden L, F'nin eşi Ç, ve benim eşim akşamüzeri yola çıktılar ama yol çok kalabalıkmış. Karşıyakadan 7'de çıktılar, Çeşmeye vardıklarından saat 9.30'du. F ile kardeş gibiyiz. Çok iyi anlaşıyoruz. Dertleştik, yüzdük, güneşlendik, dolaştık. Bana terapi gibi geldi. Gayet mutlu olarak çarşamba akşamı eve döndük.

Perşembe için önceden konuşmuştuk halam gittim. 1 aydır gidememiştim. Muhabbet ettik, azıcıcık diğer halaların dedikodusunu yaptık (biz aramızda kuyruğundan çekmek deriz) çaylar,muhabbet derken cep telefonum çaldı. Baktım annem arıyor ama telefonu açtım başka bir ses. Başımdan aşağı kaynar sular döküldü. Hemen anladım kötü bir şeyler olduğunu. Kendini tanıttığı halde arayanın kim olduğunu anlayamadım bir süre. Meğer annemlerin alt kattaki eczacıymış. Annem kusmuş, tansiyonu 24 olmuş. babam da evde yokmuş(teyzem yanında idi ama o da çok yaşlı) hemen gelirmisin diye çağırıyordu. Taksiye atlayıp gitmem 15 dakika sürmedi Gözünü sevdiğimin İzmir'i. Heryere hemen ulaşabiliyorsun, mesafeler yakın. Yolda annemin doktorunu aradım ama ne muayenehane, ne ev , ne yazlık ne de cebi yanıt vermedi. Eniştemiz doktor, gerçi branşı alakasız ama yine de bilir. Onu aradım. O bana yapmamız gerekenleri söyledi, ben de telefon edip eczacı hanımdan bazı ilaçlarını içirmesini istedim. Gittiğimde annem bitap bir şekilde yatıyordu. Onu orda öyle görünce ağlamamak için kendimi güç tuttum. Çünkü eğer ben de çözülürsem annemin morali daha da kötü olacaktı. Anneciğim hiç kimseyi üzmek istemez. En kötü zamanında bile iyiyim deyip bize moral vermeye çalışır. Bana durmadan, seni de rahatsız ettim, buralara getirdim, ben iyiyim,merak etmeyin deyip o bize destek olmaya çalışıyordu ama beti benzi gitmiş, dudaklarına kadar mordu. Bu tansiyon yükselmesinin nedenini biliyorum. Teyzemin bazı maddi sıkıntıları var. Ama bayağı büyük sıkıntılar.Şu an itibarı ile bizim çözebileceğimizin çok çok üstünde bir boyutta. Detaylara girmek istemiyorum ama nedeni de tamamen 2 oğlu ve onların bu konuda en küçük bir çözüm arayışları yok. Teyzem de sorunu çözmek için sürekli doğru /yanlış alternatifler üretiyor. Bunların tümünü anneme yine (yine diyorum,yaklaşık 1-2 aydır hep böyleler) anlatmış, annem ablası üzülüyor diye daha da üzülmüş ve bu neden olmuş. Zaten teyzem de hep benim yüzümden kardeşçiğim böyle oldu deyip durdu. Neyse 2 saat içinde tansiyonu 16'ya indi ama yine de yüksek. Bugün bir doktoru ile konuşucam,gerekirse götürücez. Benim kızdığım, annem orda yatarken teyzemin gene dönüp dolaşıp aynı sorunları anlatmaya başlaması. Ben de teyzecim, istersen bunları daha sonra konuşalım, stresli şeylerden uzak duralım dedim de sustu. Tamam, belki haklı. 78 yaşında insan bu tür sıkıntılar çekemiyor ama sorumlusu gene kendi çocukları, başka kimse değil. Oğulları ile konuşup çözüm bulacaklarına, onlara laf etmekten korkup herşeyini anneme anlatıyor. Annem de 70 yaşında, kalbi var, tansiyonu var, varoğlu var. Kardeşini seven insan biraz onu da düşünür. Neyse , çok uzattım ama dünden beri çok sinirlerim bozuk. İnşallah bugün daha iyidir,bir ara uğrayıp bakacağım.

Velhasıl, canım sıkılıyor canım